Gençliğinde hayatı erteleyip yaşlanınca “neden geç kaldım”
telaşına kapılmak ortak bir zaafımızdır. Bu durumun genlerle bile ilişkisi
olabilir. Bu “tarihsel-evrimsel hata,” yalnızca “hayatı ertelemek” veya “güzel
şeyleri ıskalamak” ile kalsa iyi. Çoğumuzun bu zaafına, “hayata sınırlar
koymak” da dahildir.
Çok şükür ki “hayatı sorgulamak” gibi iyi bir yanımız var. Horatius’un bir
şiirinde geçen “carpe diem” öğüdü de bu sorgulamanın ürünü. “Günü yakala,
zamanın tadını çıkar, gününü gün et” gibi bir anlamı var. Kısacası “ertelemek”
sık kullandığımız bir sığınma, yok sayma ya da kendini iyi hissetme tarzı, bu
konuda dikkatli olmakta fayda var.
Bu hatayı yapıyorsanız makul ölçülerde kalmaya çalışın. Bunu
“hayatınızın yanlışı” haline getirip “hoş ve güzel zaman”ları ıskalamayın.
Yoksa siz hiç farkına varmadan hayat monotonlaşır. Anlamını yitirip sizden
uzaklaşır, kıvamını ve ayarını kaybeder. Bu “kıvam-ayar bozukluğu” zamanla size
de yansır. Ve işte o zaman işiniz zordur. Anlam veremediğiniz birtakım
sancılar, sıkıntılar, bunaltılar yaşamaya başlarsınız. Sonrası gelsin uyku
kaçmaları, bel-sırt ağrıları, gitsin el-ayak uyuşmaları, yorgunluk, bitkinlik,
çarpıntı atakları.
Bu türden yanlışları son zamanlarda ben de yapmaya
başlamıştım ki New York Times’ta John Tierney’in yazdığı makale (Minik
kutularda makalenin bazı bölümlerini okuyabilirsiniz) aklımı başıma getirdi.
John Tierney makalesinde, “Anı yaşayın, hayatı ertelemeyin, keyfi, coşkuyu
sakın ıskalamayın” diyordu. Hem de bilimsel bazı bulgulara, haklı gözlemlere
dayanarak.
John Tierney’in makalesinde canımı fena halde sıkan,
yüreğimi bunaltıp başımı ağrıtan bir bölüm var. O bölümü size mutlaka
aktarmalıyım: “Pazarlama profesörleri Suzanne B. Shu ve Ayelet Gneezy’nin
yaptığı bir araştırmaya göre Chicago, Dallas ve Londra’ya taşınan insanlar bu şehirlerde
geçirdikleri ilk yılda, iki haftalık geziler için bu kentlere gelen
turistlerden daha az sayıda yere gidiyor.” Bu satırları okuyunca, “Amerikalı
hocalar beni mi anlatıyor” diye düşündüm. Nedeni şu: Ankara’dan İstanbul’a
geleli beş yıl oldu. Hâlâ Topkapı ve Yerebatan Sarayı’nı veya Ayasofya ve
Sultanahmet Camilerini gezebilmiş değilim. Daha sonra vaktim olur, nasıl olsa
bol bol dolaşırım deyip Fener’e, Balat’a gidemedim. Rejans’ta oturup bir şeyler
içme, bir pazar sabahı eşim Mihriban’la Belgrat ormanlarında yürüme hevesim
hâlâ içimde saklı, ileride(!) bir gün gerçekleştirilmek üzere…
Dr. Shu’ya göre insanlar –bazen farkına bile varmadan-
herhangi bir amaca aşırı şekilde odaklanabiliyor, başka her şeyi gözden
kaçırabiliyor. Ve maalesef “en büyük tehlikenin kullanamadıkları hediye çekleri
veya seyahat millerinin süresinin geçmesi ihtimali” olduğunu bilmiyor.
Sizi bilmem ama ben son zamanlarda tam da Tierney’in yazdığı
yanlışları yaptığımdan eminim. Son yıllarda, “Hayatı erteleme ve zamanı
ıskalama” konusunda neredeyse ustalık mertebesine yükseldim. Önerim şu:
Geliriniz, eğitiminiz, hayata bakışınız, değer yargılarınız ne olursa olsun,
nerede, nasıl ne şekilde yaşarsanız yaşayın, hayatın içinde size iyi gelecek
yüzlerce güzellik, binlerce hoşluk ve kucak dolusu keyif var, iyilik var,
dostluk var. Hayatınıza yeni değerler katmayı, halinizden memnun olmayı,
mevcutla yetinip şükretmeyi, “küçük de güzeldir” diyebilmeyi, “az çoktur”u
içinize sindirebilmeyi, inançla zenginleşmeyi lütfen ihmal etmeyin. Kendiniz
için küçük hoşluklar, sürprizler yaratmayı, çevrenizdekileri iyi duygular
içinde bırakmayı ertelemeyin. “Yarını boş verin” demiyorum ama “anı yaşamayı”
sakın ihmal etmeyin. Ben öyle yapacağım, haberiniz olsun.
Sevgili okur, yeni yıl yeni bir başlangıç yapmanın
zamanıdır. Eğer böyle bir niyetiniz varsa bugün hemen, şimdi harekete geçin ve
haftaya “anı yaşamayı öğrenmem lazım” diyerek başlayın. Bundan sonra her anın,
her dostun, her doğru ve yanlışın, her dokunuşun, nefesin, lokmanın, adınızı
her duymanın, yeni ve güzel bir şeyin farkına varmanın tadını çıkarmakta
kararlı olun. Şimdiye kadar nasıl da fark edemediğinize şaşırıp “Allah
kahretsin” diye kızmanın, yaşadığınız şehrin, az ya da çok kazandığınız paranın,
hayata attığınız –iyi veya kötü- her türden imzanın ve sizin olan, adına hayat
denen sonsuzlukla birleşip size ulaşan somut, soyut her şeyin keyfini sürmeye
bakın. Çünkü “iyi hayat”ın en büyük düşmanı anı yaşamayı bırakıp “geleceği
aramak,” neticede de erteleme hastalığına tutulmaktır. Hemen harekete geçin bol
bol seyahat edin. Dünyayı keşfedin.
Küçük ve kısa bir yol haritası
Eğer 2014 yılını değişim yılı ilan etmeye karar verdiyseniz
kendinize bir iyilik daha yapın. “İnceldiği yerden kopsun” demeyi bir yana
bırakın, dörtdörtlük bir “yaşam değişikliği programı” hazırlayın. Bu programın
dört ayağı olsun: Doğru beslenme, düzenli aktivite, iyi uyku ve stres yönetimi
ve seyahat. Beslenme konusunu abartıp zorlaştırmayın. Gözlemlerimiz, halkımızın
gelen olarak fazlaca yağ-tuz-şeker tükettiğini gösteriyor. Özellikle, ekmekle
çok fazla beyaz un, meşrubatlarla, çayla çok fazla şeker tüketiyoruz. Ben
sadece bu üç beyazı (un, şeker, tuz) ve yağı azaltmakla bile önemli bir mesafe
alabileceğinizi garanti ederim. Yağ seçiminde dikkatli davranın. İlk tercihiniz
zeytinyağı olsun. Aktivite konusunu da fazla büyütmeyin. Daha çok yürüyün,
merdiven tırmanın, fırsat buldukça eşinizle, arkadaşlarınızla dolaşın. Ama bunu
her gün değilse bile hafta üç-dört kez yapmaya çalışın. Uykunuzu hiçbir
sabotajcıya kurban etmeyin. Erken yatın erken kalkın. Uyku sorununuz varsa
nedenlerini araştırın ve çözün. Stres yönetimine gelince, bence işin en zor ve
problemli noktalarından biri hatta birincisi budur. Çünkü stres tepkisine yol
açan uyaranlar ve dozları her gün biraz daha artıyor. Bunun için stresten
kurtulma stratejileri öğrenin ve kendinize uyarlayın. Bu konuda pek çok örnek
bulabilirsiniz. Biraz okuyup araştırmanız yetecektir. Anlatmak istediğim şu: Bu
dört basit değişimi hayata geçirdikçe sadece daha sağlıklı olup daha az
hastalanmakla kalmayacak hayatın size daha çok keyif verdiğinin farkına
varacaksınız. Dünyayı keşfetmek ve sağlığınız yerinizdeyken gezmek çok önem
vereceğiniz bir konu olmalıdır.
John Tierney’ye kulak vermenin tam zamanı “Anı yaşamanın bir yolu da kendinize ‘süre sınırlaması’
koymaktır. Kendinizi şımartacağınız özel bir zamanı beklemektense, fırsatı siz
yaratın. ‘Sideaway’ adlı filmde 1961 ürünü bir şişe ‘Cheval Blanc’ şarabını
neredeyse bozulacak kadar uzun bir süre saklayan Miles’a verilen tavsiyeyi
anımsayın. Miles şarabı açmak için özel bir an beklediğini söyleyince arkadaşı
Maya şöyle der: “1961 ürünü bir cheval blancı açtığın gün özel bir gündür.”
*“Gal Zauberman ve John G. Lynch’in ‘kaynak boşluğu’ diye
adlandırdığı şeyi doğru dürüst hesaplayamayız. Davranışsal ekonomistler
‘gelecekte ne kadar ek para ve zamanlar olacağı’ sorulduğunda, insanların
‘paranın az’ olacağını söyleyerek gerçekçi bir tahmin yaptıkları halde mucizevî
biçimde ‘boş zamanlarının çok olacağını’ umduklarını keşfetti. Bu yüzden
önümüzdeki yıla dair bir taahhüde girme –örneğin bir konuşma yapmaya söz verme-
ihtimaliniz daha fazladır. Oysa aynı işi önümüzdeki ay yapmamız istenseydi
reddederdik. Hayali bir –iyi- geleceğe kafayı takıp hazzı ertelemeye bir kez
başlayınca bu yerleşik bir davranış haline geliyor. Sakladığınız değerli şarabı
açmayı erteledikçe şişeyi açacağınız anın çok daha önemli olmasını
istiyorsunuz.” (New York Times)
Osman Müftüoğlu
Bu güzel yazıdan sonra bende diyorum ki; lütfen hayatınızı
ertelemeyin ve Abidin Lutfi Demir'le Dünyayı keşfedin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder