27 Aralık 2013 Cuma

HAYATI ERTELEMEYİNİZ...

Gençliğinde hayatı erteleyip yaşlanınca “neden geç kaldım” telaşına kapılmak ortak bir zaafımızdır. Bu durumun genlerle bile ilişkisi olabilir. Bu “tarihsel-evrimsel hata,” yalnızca “hayatı ertelemek” veya “güzel şeyleri ıskalamak” ile kalsa iyi. Çoğumuzun bu zaafına, “hayata sınırlar koymak” da dahildir.

Çok şükür ki “hayatı sorgulamak” gibi iyi bir yanımız var. Horatius’un bir şiirinde geçen “carpe diem” öğüdü de bu sorgulamanın ürünü. “Günü yakala, zamanın tadını çıkar, gününü gün et” gibi bir anlamı var. Kısacası “ertelemek” sık kullandığımız bir sığınma, yok sayma ya da kendini iyi hissetme tarzı, bu konuda dikkatli olmakta fayda var.

Bu hatayı yapıyorsanız makul ölçülerde kalmaya çalışın. Bunu “hayatınızın yanlışı” haline getirip “hoş ve güzel zaman”ları ıskalamayın. Yoksa siz hiç farkına varmadan hayat monotonlaşır. Anlamını yitirip sizden uzaklaşır, kıvamını ve ayarını kaybeder. Bu “kıvam-ayar bozukluğu” zamanla size de yansır. Ve işte o zaman işiniz zordur. Anlam veremediğiniz birtakım sancılar, sıkıntılar, bunaltılar yaşamaya başlarsınız. Sonrası gelsin uyku kaçmaları, bel-sırt ağrıları, gitsin el-ayak uyuşmaları, yorgunluk, bitkinlik, çarpıntı atakları.

Bu türden yanlışları son zamanlarda ben de yapmaya başlamıştım ki New York Times’ta John Tierney’in yazdığı makale (Minik kutularda makalenin bazı bölümlerini okuyabilirsiniz) aklımı başıma getirdi. John Tierney makalesinde, “Anı yaşayın, hayatı ertelemeyin, keyfi, coşkuyu sakın ıskalamayın” diyordu. Hem de bilimsel bazı bulgulara, haklı gözlemlere dayanarak.

John Tierney’in makalesinde canımı fena halde sıkan, yüreğimi bunaltıp başımı ağrıtan bir bölüm var. O bölümü size mutlaka aktarmalıyım: “Pazarlama profesörleri Suzanne B. Shu ve Ayelet Gneezy’nin yaptığı bir araştırmaya göre Chicago, Dallas ve Londra’ya taşınan insanlar bu şehirlerde geçirdikleri ilk yılda, iki haftalık geziler için bu kentlere gelen turistlerden daha az sayıda yere gidiyor.” Bu satırları okuyunca, “Amerikalı hocalar beni mi anlatıyor” diye düşündüm. Nedeni şu: Ankara’dan İstanbul’a geleli beş yıl oldu. Hâlâ Topkapı ve Yerebatan Sarayı’nı veya Ayasofya ve Sultanahmet Camilerini gezebilmiş değilim. Daha sonra vaktim olur, nasıl olsa bol bol dolaşırım deyip Fener’e, Balat’a gidemedim. Rejans’ta oturup bir şeyler içme, bir pazar sabahı eşim Mihriban’la Belgrat ormanlarında yürüme hevesim hâlâ içimde saklı, ileride(!) bir gün gerçekleştirilmek üzere…

Dr. Shu’ya göre insanlar –bazen farkına bile varmadan- herhangi bir amaca aşırı şekilde odaklanabiliyor, başka her şeyi gözden kaçırabiliyor. Ve maalesef “en büyük tehlikenin kullanamadıkları hediye çekleri veya seyahat millerinin süresinin geçmesi ihtimali” olduğunu bilmiyor.

Sizi bilmem ama ben son zamanlarda tam da Tierney’in yazdığı yanlışları yaptığımdan eminim. Son yıllarda, “Hayatı erteleme ve zamanı ıskalama” konusunda neredeyse ustalık mertebesine yükseldim. Önerim şu: Geliriniz, eğitiminiz, hayata bakışınız, değer yargılarınız ne olursa olsun, nerede, nasıl ne şekilde yaşarsanız yaşayın, hayatın içinde size iyi gelecek yüzlerce güzellik, binlerce hoşluk ve kucak dolusu keyif var, iyilik var, dostluk var. Hayatınıza yeni değerler katmayı, halinizden memnun olmayı, mevcutla yetinip şükretmeyi, “küçük de güzeldir” diyebilmeyi, “az çoktur”u içinize sindirebilmeyi, inançla zenginleşmeyi lütfen ihmal etmeyin. Kendiniz için küçük hoşluklar, sürprizler yaratmayı, çevrenizdekileri iyi duygular içinde bırakmayı ertelemeyin. “Yarını boş verin” demiyorum ama “anı yaşamayı” sakın ihmal etmeyin. Ben öyle yapacağım, haberiniz olsun.

Sevgili okur, yeni yıl yeni bir başlangıç yapmanın zamanıdır. Eğer böyle bir niyetiniz varsa bugün hemen, şimdi harekete geçin ve haftaya “anı yaşamayı öğrenmem lazım” diyerek başlayın. Bundan sonra her anın, her dostun, her doğru ve yanlışın, her dokunuşun, nefesin, lokmanın, adınızı her duymanın, yeni ve güzel bir şeyin farkına varmanın tadını çıkarmakta kararlı olun. Şimdiye kadar nasıl da fark edemediğinize şaşırıp “Allah kahretsin” diye kızmanın, yaşadığınız şehrin, az ya da çok kazandığınız paranın, hayata attığınız –iyi veya kötü- her türden imzanın ve sizin olan, adına hayat denen sonsuzlukla birleşip size ulaşan somut, soyut her şeyin keyfini sürmeye bakın. Çünkü “iyi hayat”ın en büyük düşmanı anı yaşamayı bırakıp “geleceği aramak,” neticede de erteleme hastalığına tutulmaktır. Hemen harekete geçin bol bol seyahat edin. Dünyayı keşfedin. 

Küçük ve kısa bir yol haritası

Eğer 2014 yılını değişim yılı ilan etmeye karar verdiyseniz kendinize bir iyilik daha yapın. “İnceldiği yerden kopsun” demeyi bir yana bırakın, dörtdörtlük bir “yaşam değişikliği programı” hazırlayın. Bu programın dört ayağı olsun: Doğru beslenme, düzenli aktivite, iyi uyku ve stres yönetimi ve seyahat. Beslenme konusunu abartıp zorlaştırmayın. Gözlemlerimiz, halkımızın gelen olarak fazlaca yağ-tuz-şeker tükettiğini gösteriyor. Özellikle, ekmekle çok fazla beyaz un, meşrubatlarla, çayla çok fazla şeker tüketiyoruz. Ben sadece bu üç beyazı (un, şeker, tuz) ve yağı azaltmakla bile önemli bir mesafe alabileceğinizi garanti ederim. Yağ seçiminde dikkatli davranın. İlk tercihiniz zeytinyağı olsun. Aktivite konusunu da fazla büyütmeyin. Daha çok yürüyün, merdiven tırmanın, fırsat buldukça eşinizle, arkadaşlarınızla dolaşın. Ama bunu her gün değilse bile hafta üç-dört kez yapmaya çalışın. Uykunuzu hiçbir sabotajcıya kurban etmeyin. Erken yatın erken kalkın. Uyku sorununuz varsa nedenlerini araştırın ve çözün. Stres yönetimine gelince, bence işin en zor ve problemli noktalarından biri hatta birincisi budur. Çünkü stres tepkisine yol açan uyaranlar ve dozları her gün biraz daha artıyor. Bunun için stresten kurtulma stratejileri öğrenin ve kendinize uyarlayın. Bu konuda pek çok örnek bulabilirsiniz. Biraz okuyup araştırmanız yetecektir. Anlatmak istediğim şu: Bu dört basit değişimi hayata geçirdikçe sadece daha sağlıklı olup daha az hastalanmakla kalmayacak hayatın size daha çok keyif verdiğinin farkına varacaksınız. Dünyayı keşfetmek ve sağlığınız yerinizdeyken gezmek çok önem vereceğiniz bir konu olmalıdır.

John Tierney’ye kulak vermenin tam zamanı “Anı yaşamanın bir yolu da kendinize ‘süre sınırlaması’ koymaktır. Kendinizi şımartacağınız özel bir zamanı beklemektense, fırsatı siz yaratın. ‘Sideaway’ adlı filmde 1961 ürünü bir şişe ‘Cheval Blanc’ şarabını neredeyse bozulacak kadar uzun bir süre saklayan Miles’a verilen tavsiyeyi anımsayın. Miles şarabı açmak için özel bir an beklediğini söyleyince arkadaşı Maya şöyle der: “1961 ürünü bir cheval blancı açtığın gün özel bir gündür.”

*“Gal Zauberman ve John G. Lynch’in ‘kaynak boşluğu’ diye adlandırdığı şeyi doğru dürüst hesaplayamayız. Davranışsal ekonomistler ‘gelecekte ne kadar ek para ve zamanlar olacağı’ sorulduğunda, insanların ‘paranın az’ olacağını söyleyerek gerçekçi bir tahmin yaptıkları halde mucizevî biçimde ‘boş zamanlarının çok olacağını’ umduklarını keşfetti. Bu yüzden önümüzdeki yıla dair bir taahhüde girme –örneğin bir konuşma yapmaya söz verme- ihtimaliniz daha fazladır. Oysa aynı işi önümüzdeki ay yapmamız istenseydi reddederdik. Hayali bir –iyi- geleceğe kafayı takıp hazzı ertelemeye bir kez başlayınca bu yerleşik bir davranış haline geliyor. Sakladığınız değerli şarabı açmayı erteledikçe şişeyi açacağınız anın çok daha önemli olmasını istiyorsunuz.” (New York Times)

Osman Müftüoğlu

Bu güzel yazıdan sonra bende diyorum ki; lütfen hayatınızı ertelemeyin ve Abidin Lutfi Demir'le Dünyayı keşfedin.

GERÇEK GEZGİNLER

Aşağıdaki yazı da internetten alınmış olup yazarı bilinmemektedir. Bu nedenle de adını belirtemiyorum. Yazanın ellerine sağlık diyerek aşağıda yazıyı sunuyorum.

Kimi insanlar vardır işleri gerekçesi ile dünyayı dolaşırlar, kimileri dünyanın dört bir yanında konferanslara katılırlar,bazıları aile ziyaretleri için seyahat edenler ve bazı kişilerde tatil için seyahat ederler fakat bunların hiçbiri gerçek anlamda seyahat sayılmaz. Yola çıkmak için yola çıkmaktır, evden ayrılmaktır seyahat ,gezgin olmak bambaşkadır.

Bir gezinin gerçekleşmesi için, bir araya gelmesi gereken dört faktör vardır. Para, zaman, sağlık,ve istek… “İstek” bence en önemlisi! Sağlığı yerinde iken yola düşmeli insan. Çok fazla paraya da ihtiyacı yok aslında. Yola çıkan herkes bir şekilde geri döner. 

Hayallerinizi biran önce gerçekleştirin,ertelemeyin. Hayatın kendisi zaten bir yolculuk değil mi ?
Gezgin, kendi serüveninin kahramanıdır ,bilgi taşıyıcıdır ,Gezgin doğayı sever,barışcıldır.

Gezgin bulunduğu ortamı tanımak ister. Gezgin farklı dillerden,dinlerden geleneklerden,şarkılardan,danslardan,ritüellerden,sokak oyunlarından ve mektup kültüründen zevk alır.Gezgin , kertenkele gibi güneşe karşı yatmaktan,içki masasında sarhoşları dinlemekten,lüks bir lokantada uzun uzun yemek yemekten hoşlanmaz. Gezgin kentlerin arka sokaklarında dolaşır.Gezgin gerekirse peynir ekmek yer ,parkta yatar,otostop bile yapar.

Gezgin bakar,görür,anlar,öğrenir,öğretir ve yolların çağrısına uyar.Mütavazidir ,gittiği ülkelerin kokusunu,kültürünü,insanlarını,değerlerini kendisine katmayı bilir. Gezgin ,dertlerinden ve monoton bir hayatın getirdiği tüm sıkıntılardan uzaktır. Gezgin serüveni sever ,birbirine benzeyen ruhsuz beton binalardan,birbirine bitişik sıvasız evlerden hoşlanmaz.

Gezgin ,insanların birbirine yakın olduğu ‘mahalle kültürü’nü sever. Gezi sırasında gazete okumaz ,televizyon seyretmez ,apayrı bir “gezi dünyasına” dalar. Gezgin oteldeki oda numaralarını hep karıştırır ,sürekli pabuç eskitir ,kopya kültüründen hoşlanmaz,renkli kültüre sahip çıkar. Gezgin yola çıkmak için her fırsatı değerlendirir. İyi bir yürüyüşçüdür.Gezgin çünki bir kenti anlamanın ve yaşamanın en iyi yolunun yürümekten geçtiğinin bilincindedir.İnsan farkı ancak yürürken anlar.Ayakları sızlayana kadar dolaşır,yorgunluktan bazen bir otobüsün köşesinde,bazen bir motorun kuytusunda uyuklasa bile… 

Gezgin, pahalı giysiler yerine ,yöreye özgün hatıra eşyaları satın almayı tercih eder. Gezgin lüks bir otelin havuz başında oturmak yerine ,kentin kenar mahallelerinde dolaşmayı yeğler. Çünki bir kentin ya da bir ülkenin sosyo-ekonomik yapısı, lüks otellerin havuz başında görülmez.

Bir “dünya vatandaşı”dır gezgin. Tüm dünya insanlarına ,uygarlıklarına ve kültürlerine ,hiçbir ayrım yapmadan ,ön yargısız yaklaşır. İnsanlarına ırk,din,dil,cinsiyet ve milliyet kalıplarının dışımda “insan” olarak bakmayı bilir. Kendi kültüründen olmayan insanların geleneklerini ,kültürlerini , dünyalarını anlamaya çalışır. Gezgin için yabancı ülke yoktur, gittiği yerlerde yabancı olan kendisidir .

GEZMEK BİR YAŞAM BİÇİMİDİR...

Aşağıda okuyacağınız yazı internetten alıntıdır. Yazarını bulamadığım için isim zikredemiyorum. Yazanın eline ve yüreğine sağlık diyerek yazıyı sunuyorum. 

Yeni yerler ,yeni insanlar görüp tanımak insanın ufkunu genişletir, yaşamını renklendirir. Gezmek ,bilgi ve görgü artırmak ve gözlem yapmak demektir.Geziler yaşama açılan pencerelerdir. İnsan gezdikçe ülkesini ,dünyasını daha iyi kavrar ve dünya sanki küçülür. Gezmek,görmek ve yazmak,bilgi ve görgüyü de içinde barındırır.Gezgin kaşiftir biryerde. Korumasızlık ,korku ve heyecan geziyi dahada zevkli yapar. Seyahat bir çeşit “ibadettir” ve insanı olgunlaştırır. Bazen programsız ve süprizlerle dolu olmasıda ayrı bir zevktir. Geziler bazen uzun ve sıkıcı olabilir ,zorluklar çıkabilir ,hastalıklar ve daha akla gelmeyen birsürü olumsuzluklar yaşanabilir.Ama geriye dönünce ,tüm bunlar sadece birer hoş anı olur.

Gezmek kişinin vizyonunu ,hoşgörüsünü ,üretkenliğini artıran bir okul gibidir.Gezen kişi ,kendisini,yaşamı,dünyayı,diğerlerinden daha detaylı kavrar.Bu sayede kendi çizgisini çok daha belirgin ve tutarlı çizer.Yaşamın içine karışmış küçük detayları ve bu detaylarda saklanan mutluluğu yakalar.

Bu da gezgini daha mutlu,çevresine karşı sevgi dolu ,kendisiyle ve çevresiyle barışık ,kendine güvenen daha başarılı ve üretken yapar.Unutmayın , güzellikler hep uzaktadır ve ayrıca her ülkede keşfedilmek ister.Zanzibarın dar sokaklarında kaybolmak ,Alaska’nın muhteşem doğası ile Himalayaların muazzam boyutlarına hayran olmak ,Hindistan'da bir otelin tavanındaki böcekler ile beraber uyumak Kamboçya'da,Afrika'da bambaşka kültürlerden gelen yerli halklarla iletişim kurmak bir gezgin için unutulmaz tecrübelerdir.Aslında gezginler birer barış köprüsüdürler.

Bu duyguları yaşayan sıradan bir insan bile bir daha asla eskisi gibi olamaz. Çünki artık çok renkli ve zengin bir dünyanın kapılarını aralamışlardır. Bundan sonra hep daha fazlasını görmek ve öğrenmek ister. Bu tecrübeler hem kişiliği geliştirir hem de kişinin dünya üzerindeki konumunun anlamasına yardımcı olur.

Gezen kişi, yaşadığı ilginç ve sıra dışı tecrübeler sayesinde, kendini topluma ve bütün dünyaya karşı sorumlu hisseder. Gezgin gezdiği yerleri nasıl hatırlayacak? Hem sonra gezdiğini nasıl ispatlayacak? eh birazcıkta hava atacak tabii, bunların hepsi fotoğraflarla olacak, gezgin gittiği her yerde her an fotoğraf çekimine hazırlıklı olmalıdır, hiçbir anı kaçırmamalıdır. Gezmek, geniş bir vizyon sağlar, hayatı tanıma sürecidir.Yurtdışında her şey “öteki” olur.

• Gezmek, öğrenmek, dinlenmek, yaşama katlanmak ve dünyayı içimize sığdırmaktır.

• Gezmek, yalnız kalmak ve kendini bulmaktır.

• Gezmek, başlaması kolay ama bitirmesi zor bir aşktır.

• Gezmek bir arayıştır, zenginliktir, dünyayı anlama isteğidir.

• Gezmek harita kullanma zevkidir, pasaport eksiltmektir, kendi içimize doğru bir yolculuktur.

• Gezmek, kaybolmak ve yepyeni bir coğrafyada tekrar uyanmaktır.

• Gezmek, geçmişi sevmek ve eski kültüre sahip çıkmakır. 

Bir şairin de dediği gibi, gezgin insan flörte benzer. Her zaman gittiği yeri sever fakat daima ayrılmak zorundadır.

(İnternetten alıntıdır)