27 Kasım 2012 Salı

HER KÖŞESİ AÇIK HAVA MÜZESİ OLAN ÜLKE FAS (III.BÖLÜM- MARAKEŞ- ESSAOUIRA)

Atlas Dağları'yla çevrili vadide panoramik otobüs yolculuğu sonrası otobüsümüz Benemelal'de duruyor. Burası Fas’ın ufak şehirlerinden. Şehre göre çok iyi bir lokantada öğle yemeğimizi yedikten sonra "Kızıl Şehir" olarak adlandırılan ve Unesco Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan Marakeş' e doğru hareket ediyoruz. Akşam üzeri Marakeş’e ulaşıyoruz. Otelimiz oldukça merkezi.

1062 yılında Almoravide Hanedanlığının başkenti olarak kurulan Marakeş çok eski bir şehir. Fas’ın her şehrinde olduğu gibi Marakeş’te de eski ve yeni şehir olarak iki şehir bulunuyor. (Meraklısına Not : Fas’ın bütün şehirlerinde Eski Şehir büyüleyici yapılar, eski camiiler, saraylar, dar sokaklar ve bu dar sokaklarda bulunan küçük atölyelerden meydana gelmektedir. Yeni Şehir ise, oteller,yüksek binalar, lüks kafeler ve yeni evlerden meydana gelmektedir.)

Akşam yemeğinden sonra Marakeş’in sembolü Kutubya Camiine kadar yürüyoruz. Muhteşem bir yapıyla karşılaşıyoruz. Kutubya Cami (Koutoubia Mosque) Kıyamet Meydanı’na çok yakın ama gece vakti gitmiyoruz. Caminin çok güzel aydınlatılması nedeniyle işçiliği incelemeye başlıyoruz. Yanıma gelen bir Marakeş’li "Eyfel Kulesi Paris ve Paris’li için ne ifade ediyorsa Kutubya’da bizler ve Marakeş için aynı duyguyu ifade eder."  diyor. Bu sözden etkileniyorum.

Rehberimiz Oktay KANTAR’ın söyledikleri aklıma geliyor. ”Kaybolduğunuzda Kutubya Camii’nin minaresini arasın gözleriniz. Minareyi görünce nerede olduğunuzu hemen bulur ve kaybolmazsınız” sözlerinin ne derece doğru olduğunu anlıyorum. 67 metre minaresi olan caminin 19. yüzyılda inşa edildiğini öğreniyoruz.

Otele dönüş yolundayız. Sabah erkenden şehir turumuz var. Güzel bir kahvaltı sonrası şehir turumuz başlıyor. İlk olarak Saadi Mezarlarına geliyoruz. Mezarlar 20. yüzyıl başına kadar bozulmadan kalmış. Buna burasının yeni hanedan tarafından yıkılmamış olması ve yalnızca girişinin kapatılması neden olmuş. Mezarlardaki mozaikler ve dekorasyonun ihtişamından etkilenmemek mümkün değil.

Şimdi Souks diye adlandırılan Çarşıdayız. Çarşıda yürümeye başlıyoruz. Bu çarşının da Fas’ın diğer şehirlerindeki çarşılar gibi karışık olduğunu labirent sokaklarda kaybolmanın kolay olduğunu fark ediyoruz. Hep beraber çarşıda alışveriş yapıyoruz.

Çarşı sonrası Bahia Sarayına gidiyoruz. Sarayın işçiliğine hayran kalıyoruz.1 asır önce Fas’ta yaşayan zenginlerin yaşamları hakkında bilgi alıyoruz. Öğle yemeği sonrası Marakeş’te ve hatta Fas’ta olmazsa olmaz bir Meydana doğru yol alıyoruz. Burası Kıyamet Meydanı.

Meydan dolu ve her yerde akrobatlar,dansçılar,müzisyenler, falcılar, yılan ve maymun oynatıcıları var. Meydanın etrafında ise yemek tezgahlarını görüyoruz. Her tarafta büyük bir koşturmaca ve kalabalık var. Sanki tüm Marakeş, hatta Fas burada. Meydan’da zamanın nasıl geçtiğini anlatmak çok zor. Bir yılan oynatıcısını veya bir zenneyi seyre daldığınızda zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. Bu Meydan’da esasında Fas kültürünü tam olarak sentez edebiliyorsunuz. Burası farklı bir dünyaya götürüyor sizi.

Otele dönüp yemeğimizi yedikten sonra dostlarla sohbete başlıyoruz.

Atlas Dağları’nın eteklerindeki bu Kızıl Şehrin karmaşasının, gürültüsünün ve hayatın hepimizi etkilediğini fark ediyorum. Turunç ağaçlarıyla dolu bulvarlarda yürümeye başlıyoruz. Rehberimizle sohbet ederken Oktay KANTAR’ın söylediği ”Marakeş’te kızıllık topraktan başlar duvarlara, çatılara kadar devam eder. İşte bu nedenle de şehrin adı Kızıl Şehir’dir” sözünün ne kadar doğru olduğunu karanlıkta olsa her yer bir kez daha fark ediyorum.

Otele dönüyoruz.Yarın sabah ilk olarak küçük balıkçı şehri olan ve aynı zamanda Unesco Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan Essaouıra'ya gideceğiz. Atlas Okyanusu kıyısında yer alan bu küçük balıkçı şehrinin Fas'ın en romantik mekanı olduğunu okuyorum.

Atlantik Okyanusu kıyısındaki şirin kasabaya geliyoruz. İlk olarak Medina’ya doğru gidiyoruz. Medina’nın kalenin içerisindeki alan olduğunu fark ediyoruz. Bab Marakeş El Sanatları Çarşısı’na ulaşıyoruz. Çarşının ortasındaki dev kauçuk ağacını görüyorum. Bab Marakeş Kapısının güneyinde yer alan kaledeki tarihi kalıntıları geçerek şehrin en ihtişamlı ve en eski anıtlarından bir tanesi olan şehir tabyasınına doğru gidiyoruz. Denizden gelecek saldırıları önlemek için inşa edilen yapıdaki izleme kuleleri, bronz toplar hepimizin ilgisini çekiyor.

1949’da Shakespeare’in Othello’sunu burada çeken Orson Welles’in adını taşıyan Orson Welles Meydanına geliyoruz. Surlarla çevrili Medina’ya diğer şehirlerde olduğu gibi burada da araç girmesi yasak.

Farklı kültürlere ev sahipliği yapan Essaouira elbette farklı dinlerin eserleri yönünden oldukça zengin.

Rehberimiz Oktay KANTAR’dan 1998 yılından bu yana genellikle Haziran ayının son haftasında Uluslararası Gnawa Müzik festivalinin Essaoudira’da yapıldığını öğreniyorum(Meraklısına Not : Gnawa müziğine odaklanmış olsa da caz, rock ve reggea müziği yapan pek çok sanatçıyı ağırlayan festival, Fas’ın Woodstock’ı olarak da adlandırılmaktadır. 4 gün boyunca yaklaşık 450.000 izleyici bu festivali izlemektedir.)

Öğle yemeği için şirin bir balık lokantasını seçiyoruz. Yemek sonrası serbest zamanda Essaoudira sokaklarında kaybolup şehri keşfe devam ediyoruz. Dönüş için otobüse geldiğimizde denizin çekildiğini ve martıların 5 saat önce deniz sularının olduğu kumlarda av peşinde olduklarına tanık oluyoruz.

Marakeş’e döndükten sonra akşam yemeği için Chez Ali Show’a gidiyoruz. Harika folklor gösterisini enfes yemeklerimizi yiyerek seyrediyoruz. Daha sonra atların showunu izleyerek otelimize dönüyoruz.

Yarın sabah erkenden Kazablanka’ya doğru yola çıkacağız.

15 Kasım 2012 Perşembe

HER KÖŞESİ AÇIK HAVA MÜZESİ OLAN ÜLKE FAS (II.BÖLÜM-FES,MEKNES,IFRANE)

Sabah kahvaltısından sonra UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan Fes şehir turuna başlıyoruz. Fas'ın dini ve kültürel başkenti olan Fes gezisinde 14.Yüzyılda yapılan Attarine Medresesi, Eski Üniversite, Nejarine Meydanı ve Çeşmesi'nin de içinde bulunduğu eski şehir (Medina) turu yapacağız. Hep beraber pamuk, ipek, bakır, deri, mermer ve seramik ürünlerinin bulunduğu Zanaatkarlar Çarşısını gezeceğiz.

Fes Fas’ı tanımak için en önemli şehir. Fes’i görmeden Fas’ı görmüş olamazsınız. Gazetelerde Fas turları görüyorum. İçeriğine baktığımda ne Fes var ne de Tanca. Bu turlara gidenler olduğu da bir gerçek ama bana göre bu kişiler Fas’ı görmemiş sayılırlar.

Fes şehrinin üç bölümden meydana geldiğini otobüs turunda görüyoruz. Çevresi surlarla çevrili olan en eski kent Fes el Bali, yeni kent Fes Jdid ve kentin yeni ve modern kısmı olan Villle Nouvelle.

Eski kentin Medina’sında iniyoruz. Dünyada arabaların giremediği en büyük alanda yürümeye başlıyoruz. Geniş bir alana yayılan Medina içinde kaybolmamak için hepimiz çok dikkatliyiz. Şehir içerisinde araba kullanılmıyor.Ulaşım ve taşıma eşek, hamal ve motorsiklet aracılığıyla yürütülüyor. Sokaklar daracık. Sık sık “BELEK, BELEK ” sözcüğünü duyuyoruz. Bu kelime dikkat anlamına geliyor ve duyar duymaz kenara çekiliyoruz. Kenara çekilince de yanımızdan ya eşek ya hamal ya da motorsiklet geçtiğini görüyoruz. Medina’da 9000’den fazla dar sokak olduğunu öğreniyoruz.

Bou Inania Medresesini (Meraklısına Not : Yapımı 1356 yılında bitmiş bu medrese aynı anda hem enstitü hem dışarıdaki cemaat için cami vazifesi görmektedir. Fes'de minaresi olan tek medrese olan yapı Marinid Hanedanı sultanlarından Abu Inan Faris tarafından yaptırılmıştır. Bu hanedanın son yaptırdığı medrese de bu olmuştur.),

El Attarin Medresesini(Meraklısına Not :Marinid Sultanı Uthman II Ab Said tarafından 1323 yılında yapılan medrese Al Karaouine yakınında bulunmaktadır. Medrese ismini Souk al-Attarine’den (Baharat ve parfüm çarşısı) almaktadır.),

El Karavayyin Üniversitesini(Meraklısına Not : 859 yılında kurulan üniversite Müslüman alemi için önde gelen eğitim kurumlarından ve ruhani yerlerden bir tanesidir. Al Karaounie Medresesi orta çağ boyunca İslam dünyasıyla Avrupa arasında kültürel ve akademik ilişkiler açısından öncü bir ol oynamıştır. Okul tarihi etkileyen bir çok mezun vermiştir. Başarılı hanedanlar Al Karaouine Üniversitesi'ni Kuzey Afrika’nın en büyüğü olana kadar genişletmek için sürekli çaba sarf etmişlerdir. Yapı, İsfahan ve İstanbul’daki benzerlerine göre sade gözükse de detay işçiliğinin mükemmelliği yakından gözlemlenebilir.),

Moulay Idriss II’nin Mabedini(Meraklısına Not : 828 yılında ölen ve Fes’in kurucusu sayılan Moulay Idriss II için yaptırılmıştır. 1308 yılında bozulmamış bir cesedi Moulay Idriss’in vefat ettiği yerin çok yakınında bulanlar bu cesedin Moulay Idriss II’ye ait olduğunu düşünerek aziz saydıkları Idriss için bu mabedi yaptırmışlardır. Mabedi ziyaret eden yabancılardan erkeklere zenginlik, hanımlara ise doğurganlık kazandırdığı düşünülür.),

Nejjarin Kompleksini(Meraklısına Not : Fes şehri içindeki en nadide ve mimari açıdan en güzel yapılardan birisi de burasıdır. Kervansaray, çeşme ve çarşıdan oluşan bir komplekstir. Özellikle Nejjarine Kervansarayı’nın eser statüsündeki kapısı ile zellij mozaiklerle süslü iç avlusu işçiliği çok ihtişamlıdır),

Chouara Tabakhanelerini(Meraklısına Not :Chouara Fes’deki dört geleneksel tabakhaneden en büyük olanıdır. Deriler hala ortaçağdan miras kalan teknikle işlenmektedir. Derinin işlenmesinden başlayarak tüm aşamalar burada görülmektedir. Bölgedeki deri dükkanlarının balkonlarından Tabakhaneyi seyretmek ve fotoğraflamak çok keyiflidir.),

Mavi Kapıyı(Meraklısına Not : Medina’ya açılan ana kapılardan birisidir. Çarşı içine bakan tarafı aynı mozaiklerin yeşil tonları, dışı ise mavi tonlarıyla bezeli bu kapı stratejik konumu, mimari unsurları ve güzel süslemeleriyle görsel bir şölen sunmaktadır).

Kraliyet Sarayı Kapısını, Kuzey ve Güney Burçlarını geziyoruz.

Fas’ın kültürel başkenti olan Fez’in sadece Arap ülkeleri arasında değil dünyada en iyi korunmuş ortaçağ şehirlerinden olduğunu görüyorum. Dar sokaklar, camiler, medreseler, çarşılar,atölyeler, sur ve kapılar hepimizi etkiliyor.

Arap dünyasının önemli şehirlerinden birisi olan Fes esasında Ortaçağ’dan çağdaşlığa geçişi de gözler önüne seriyor. Daracık sokaklarda vakit buldukça alışveriş yapıyoruz.

Karınlarımız acıktı. Öğlen yemeğimizi yine harika bir yerel restoranda alıyoruz.Yemekten sonra Fas’ın Versay Sarayı olarak bilinen Meknes şehrine gidiyoruz. Burası Fes’e çok yakın. 17.Yüzyıl'da Molla İsmail tarafından kurulan ve UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'nde yer alan şehir şehri çevreleyen 40 kilometrelik surlarla bizi karşılıyor. 17.yüzyıl sulama havuzu Agdal, Fas’ın en güzel şehir kapısı Bab Mansour ve El Hedim Meydanını geziyoruz. Surların yanında da ünlü Roma harabelerinden Volubilis’u görüyoruz.. Adını kalıntıların arasından günümüzde de çıkan bir çiçekten alan bu yerdeki mozaiklere hayran kalıyoruz.

Tekrar Fes’e dönüyoruz. Akşam otelde yemek sonrası müzik eşliğinde eğleniyoruz. Sabah erken saatlerde Marakeş’e doğru yola çıkıyoruz. İlk molamızı 20 .yüzyıl Fransız egemenliği döneminde kayak merkezi olarak kurulan ve günümüzde Fas'ın önemli tatil beldelerinden biri olan İfrane'de veriyoruz. Hava çok soğuk. Dün kısa kolla terlerken şimdi montlarla üşüyoruz. Atlas Dağları'yla çevrili vadi panoramik bir manzara sunuyor bizlere. Harika bir otobüs yolculuğu sonrası Benemelal'e ulaşıyoruz. Öğle yemeği sonrası Marakeş'e doğru yola çıkıyoruz. Arkadaşımın söyledikleri aklıma geliyor. “Fas anlatılmaz. Yaşanır” . Ne kadar doğru olduğunu anlıyorum bu cümlenin. Her dakika farklı bir manzara ile karşılaşıyoruz. Bol bol fotoğraf çekip görsel şölenin keyfini çıkarıyoruz.

14 Kasım 2012 Çarşamba

HER KÖŞESİ AÇIK HAVA MÜZESİ OLAN ÜLKE FAS (I.BÖLÜM-RABAT)

HER KÖŞESİ AÇIK HAVA MÜZESİ OLAN ÜLKE FAS (I.BÖLÜM-RABAT-TANCA)

Yine bir heyecan sardı hepimizi. Fas’a gitme kararı aldığımızda bir arkadaşım şöyle demişti. “ Fas öyle bir ülkedir ki anlatılmaz yaşanır. Ama sadece gideceğin ülkenin her yerinin açık hava müzesi olduğunu ve göreceğin görüntüler karşısında her dakika şaşıracağını bil ”. Diğer bir arkadaşım da “Büyülü Fas’a büyülenmemek imkansızdır. Kendini o büyüye bırak”. şeklinde bir ifade kullanmıştı.

Bizleri Kazablanka’ya ulaştıracak uçağa biniyoruz. Uçak yolculuğumuz İstanbul’dan yaklaşık dört saat otuz dakika sürecek. Yol boyu okuyorum.

Okuduklarımdan ;

Kuzey Afrika'da bir Berberi-Arap ülkesi olan Fas’ın başkentinin Rabat olduğunu, Ülkenin kuzeyinde yer alan İspanya ile arasında Cebelitarık Boğazının bulunduğunu, Hem Akdeniz'e hem Atlas Okyanusu'na kıyısı olan ve Afrika'nın Avrupa'ya yaklaştığı uçta yer alan Fas’ın İspanya’ya 14 km. uzaklıkta bulunduğunu,

Fas topraklarındaki Ceuta ve Melilla’nın İspanya'ya ait olduğunu,

Kuzey Afrika'da yer alan Atlas Dağlarının Fas topraklarından başladığını, dağların Fas'taki yüksekliğinin 4000 metreyi geçtiğini,

Ülkenin en eski yerleşik halkının Berberilerden oluştuğunu,

Nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğunu, bunun yanında Hıristiyan Katolik olan azınlık Fransızlar ile musevilerin bulunduğunu, 1948’den önce Fas'ta bulunan 200 bin Yahudinin tamamına yakınının İsrail’e göç ettiklerini,

İlkokul sonrası okullarda Fransızca eğitimi verildiğinden dolayı herkesin ana dili gibi Fransızca konuştuğunu,

Öğreniyorum.

Uçağımız Kazablanka’ya inişe geçiyor. Kazablanka’yı dönüşte keşfedeceğiz. Fas’ta programımız çok yoğun. Yorulacağız ama buna değeceğine eminim.

Rabat, Tanca, Cebelitarık Boğazı, Meknes, Fes, Ifrane, Marakeş, Essaouira, Kazablanka şehirlerini göreceğimiz Fas gezimiz başlıyor.

İlk olarak ülkenin kuzeyinde atlas okyanusunun kıyısında yer alan Fas’ın başkenti Rabat’tayız. Burası ülkenin politik ve idari merkezi.

İlk olarak Fas’ın bağımsızlığın mimarı olan V. Mohammed’in Mozolesine doğru yol alıyoruz. Mozole 12. yüzyıldan kalan bir caminin eski minaresi olan Hasan Kulesinin karşısında yer alıyor(Meraklısına Not : Hasan Kulesi Yakup El Mansur’un emriyle inşa edilen bir caminin minaresidir. İslam dünyası için Irak Samara’daki Cuma Camiinden sonraki en önemli camii olması öngörülmüştü. Yapımı 1195 yılında başlamış, kurucusunun ölümünden (1199) sonra inşaat terkedilmiştir. Ardından, Rabat halkının buradan aldığı malzemeler ve 1755 Lizbon depremi eseri daha da yıpratmıştır. 1956 senesinde sürgünden dönüşünde Mohammed V bağımsızlık sonrası ilk Cuma namazını burada kılmıştır. Cami çoğu yıkılmış olan dört duvar ile çevrelenmiş ve kuzey ve doğusunda dörder, güneyinde iki, batısında altı olmak üzere.on altı kapısı vardı. Ek yapılarıyla birlikte 183 metreye 140 metrelik bir alanı kaplıyordu. Minarenin ayağında uzanan derin sarnıçların (restore edilmiş) üstünde düzenlenmiş büyük bir avlusu ve devasa bir ibadet salonu vardı. Bu salonun 312 mermer kolon ve 42 mermer direği, yan revakları saymazsak 19 nef oluşturacak şekilde uzanıyordu. Hasan Kulesinin, Sevilla’daki meşhur Giralda ve Marrakech’teki Koutoubia ile mimari bakımdan akraba olduğu ilk bakışta göze çarpar. Her bir kenarı 16,20 metre, uzunluğu 44 metre olan kare bir yapıdır.) Bu Kule Fas’ta bizlere ilk göz ziyafeti yaşatıyor. Kızıl kumtaşından minaresi ve Rabat’a hakim mevkisi ile Rabat’ta hatta Fas’ta ilk görülmesi gereken yerlerden biri burasıdır diye düşünüyorum.

Mohammed V ve oğlu Hassan II’nin mezarlarının bulunduğu Mozoleyi ziyaret ediyoruz. Girişte ve çıkışta burada nöbet tutan özel giysili muhafızlar bizleri kendilerine fotoğraf çekimi için çağırıyorlar ve fotoğraf çekiminden sonra para istiyorlar. Özel kıyafetli Atlı Muhafızlarla fotoğraf çektiriyoruz. Burası Alaouite Hanedanı’na has cezbedici bir mimari ile karşımıza çıkıyor. İnce işçilik ürünü mermerler, bronz kaplı ahşap ve vitraylı tavanınn altında duran tabutlar bende ışık oyunlarıyla lacivert granit tabanın üzerinde sanki su üstünde duruyormuş hissi uyandırıyor. Duvarlardaki çok ince mozaiklere hayran kalıyoruz. Mozolenin yapımında Fas’ın konularında en iyi ustalarının çalıştığını ve en iyi malzemelerin kullanıldığını, mimarının ise mimarın ise Vietnamlı olduğunu öğreniyoruz.

Çıkışta Fas’lı bayanlar kına dövme için etrafımızı sarıyorlar. Otobüsümüze binerek Kraliyet Sarayı için yola çıkıyoruz. Almohad Kalesinin beş girişinden birisi olan Zaer Kapısından geçiyoruz. Zaer kapısının üst kısmında, sola Moussa Ibn Nossair Caddesine ardından geniş surların ardında gizlenen Kraliyet Sarayına doğru yol alıyoruz. Sarayın kentin merkezinde ve halkın sıkça önünden geçtiği ve de halka açık bir yer olması bizleri şaşırtıyor. İçeriye doğru yöneldikçe esas güzelliğin arkada saklı olduğunu görüyoruz. Sarayın ilerisinde Krala ait bir cami dikkatimizi çekiyor. Ne çok büyük ne de çok küçük olan bu caminin klasik İslam mimarisine iyi bir örnek olduğunu görüyoruz. Saray ile cami arasındaki meydanda toplanıyoruz ve fotoğraf çektiriyoruz. 18. yüzyılın sonuna doğru Sidi Muhammed Ben Abdullah tarafından yaptırılan Kraliyet Sarayı önündeki Saray Muhafizlarının fotoğraflarını çekmek yasak. Saray yolundaki sessiz asfalta hepimiz hayran kalıyoruz(Meraklısına Not : Sessiz asfalt, aynı büyüklükte kesilmiş özel taşlar ile Fransa'dan ithal özel imal edilmiş kauçuklu katkı maddesi içermektedir. Normal asfalt 5-6 santimetre kalınlığında uygulanırken, sesi emen asfalt 2,5-3 santimetre daha ince serilebilmektedir. Bu asfaltın, araçların lastik gürültülerini en az 5 desibel azalttığı bilinmektedir.)

Rabat’ın keşfinden sonra Atlas Okyanusu ve Akdeniz'in buluştuğu Cebelitarık Boğazı kıyısında kurulmuş olan Tanca'ya doğru hareket ediyoruz. Yolumuz uzun ve yol boyu Rabat hakkında bilgiler veren sevgili Rehberimiz Oktay KANTAR’ı dinliyoruz.

Bilgiler harika. Dinlediklerimden ;

Rabat tarihinin, Oued Bou Regreg'in kenarında bulunan Chellah ismindeki antik kente MÖ 300’lü yıllarda yerleşilmesiyle başladığının bilindiğini,

MS 40’ta Romalılar tarafından ele geçirilen kentin isminin Sala Colonia olarak değiştirildiğini,

1146 yılında Almohad Sultanı Abdal Mumin burayı İspanya’ya karşı saldırıların planlanacağı bir üsse çevirdiğini, Ortaçağ’da en parıltılı günlerini yine bir başka Almohad Halifesi Yaqub al-Mansour zamanında yaşayan kentin kısa bir süreliğine başkent olduğunu,

Bu süre içerisinde şehir duvarları ve Kasbah des Oudaias’ın inşa edildiğini, Dünyanın en büyük camisini yapmayı hedefleyen Mansour ölünce yapımın durduğunu ve yarım kalan Hassan Cami’nin Hassan Kulesi olarak günümüze kadar geldiğini,

13. yüzyılda Rabat’taki ekonomik gücün Fez’e kaydığını,1627 yılında Berberi Korsanların kontrolüne geçen kentin Sale ile beraber Bou Regreg Devleti olarak adlandırıldığını, her iki şehrinde seyreden gemilere saldırı için birer üs olarak kullanıldığını, Rabat’ın Birinci Dünya Savaşı'na kadar Alaouite Hanedanı yönetiminde kaldığını, Fas’ın Fransız himayesine geçişi ile beraber deniz yolunu kullanan Fransızların başkenti Rabat’a taşıdıklarını, bağımsızlıktan sonra da Kral Mohammed V’in başkent için Rabat’ı uygun görerek başkenti değiştirmediğini,

Rabat’ın Fas’taki kültürel zenginlikten fazlasıyla payını aldığını,

Fas’ın en büyük tiyatrosunun Mohammed V’in şehrin tam merkezinde bulunduğunu, şehirde bir çok resmi galeri ve bir de zengin sayılabilecek bir arkeoloji müzesi olduğunu,

Rabat’ın aynı zamanda bir festivaller şehri olup Mayıs ayındaki “Mawazine World Music Festival”, Haziran ayındaki “Uluslararası Alternatif Film Festivali” ve Kasım ayındaki “Plucked String Instrument Festival” inin bunlardan en önemlileri olduğunu,

Öğreniyorum.

Akşam saatlerinde otele ulaşıyoruz. Afrika kıtasının Avrupa’ya en yakın şehri Tanca’dayız. Gezginlerin görmesi gereken 50 yerden biri olarak anılan Tanca’ya ulaşır ulaşmaz kendimi İspanya’daymış gibi hissediyorum. 1913 yılında İspanyol işgaline uğrayan şehirdeki İspanyol Evleri ve halkın yaşam tarzı nedeniyle bu düşünceye sahip olduğumu düşünüyorum.


Fas’ın en önemli noktalarından birisindeyiz. Tam karşımızda Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in birbirinden ayrıldığı Cebelitarık Boğazı var bulunuyor. İki kıta arası tam 14 kilometre.

Hep birlikte Malabata Feneri’ne (Cape Spartel) gidiyoruz. Burasının en önemli özelliği Atlas Okyanusu ve Akdeniz’den gelen suların bir araya gelmesine karşın karışmaması.

Daha sonra Herkül mağarasına giderek suların aşındırmasıyla meydana çıkan Afrika Haritası şeklindeki mağara ağzını görüyoruz. Burada mitolojik kahraman Herkül’ün yaşadığına inanılıyor.

İspanya’ya en yakın olan nokta olduğu için “Avrupa’nın giriş kapısı” denilen Tanca’dan İspanya’nın El-Ceziras şehri arasındaki deniz yolculuğunun 35 dakika olduğunu, Tanca’nın komşuları olan Septe ve Melilla şehirlerinin Fas topraklarında olmasına karşın İspanya’ya ait bulunduğunu, Ortaçağın en büyük seyyahlarından İbrâhîm Tancî(İbni Batuta) Tanca şehrinde doğduğunu öğreniyorum.

Tanca'nın eski yerleşim alanı olan Medine bölgesini geziyoruz. Öğle yemeğinde Kuskus var. Yemekten sonra yola düşüyoruz. Önce Meknes’e uğrayacağız. Akşam ise Fes’te olacağız.