13 Nisan 2012 Cuma

FİDEL CASTRO ÖLMEDEN ÖNCE GÖRÜLMESİ GEREKEN EN GÜZEL ÜLKE...


(BÖLÜM I- HAVANA)


2011 yılının Şubat ayına kadar görmek istediğim ülkelerin birinci sırasında yer alan Küba’ya 2011 yılında iki kez gitme fırsatım oldu.Şubat ayında gerçekleştirdiğim ilk seyahat sonrasında anlattıklarımdan etkilenen başta sevgili eşim Aslıhan olmak üzere sevgili arkadaşlarım Hilal,Öznur,Nermin ile Harika ve Cevdet (Meraklısına Not: Muhteşem 7 li olarak anılan grubumuzla her sene Ramazan veya Kurban Bayramında seyahat ediyoruz. Muhteşem 7'li Bayram Seyahatlerinin temelini oluşturuyor.Seyahatlerde sayımız genellikle 20 oluyor.Beraber keşifler yapıyor ve güzellikler yaşıyoruz. Sürekli genişleyen grubumuzla Sri Lanka,Mısır,Küba,Budapeşte-Viyana-Prag,Benelux ülkelerine gittik.2012 yılında ise Fas’a gidiyoruz.(2013 yılı planımızda Brezilya-Arjantin var)başladılar baskıya“Abidin Bizi Küba’ya Götür”diye.Seyahat öncesi planlama çok önemlidir.Özellikle bayramlarda uçak fiyatlarının yüksekliği nedeniyle seyahat bütçesi oldukça fazlalaşır.Ancak iyi bir planlama ile maliyetleri düşürmek mümkündür.Turumuza Sri Lanka seyahatimize de katılan sevgili arkadaşlarımız Perihan ve Selva ile, Hasan Pekmezci Gezi Grubunun vazgeçilmez üyesi sevgili dostumuz Refa ve arkadaşı Melahat,Ankaralı Gezginler Grubundan arkadaşım İlhan Ağabeyim ve sevgili arkadaşlarımız Selmin,Berrin ve Ayşegül’de dahil oldu.Bu şekilde birbirini tanıyan 15 kişi 26 Ağustos günü Küba’ya doğru yola çıktık.Uçuşumuzu Air France ile gerçekleştirdik ve ilk olarak AF 2391 sefer sayılı uçağıyla saat 09.00’da Paris’e hareket edip yerel saatle 11.40’da Paris’e vardıktan sonra AF 3534 sefer sayılı uçağıyla saat 13.50’de Havana’ya doğru yola çıktık.Yolculuğumuz oldukça uzundu.Paris’e 3,5 saatte uçtuktan sonra yaklaşık 10 saat daha yolumuz vardı.Air France Havana uçuşlarında İberia ile adeta tekel olması nedeniyle bu parkurun uçak fiyatları çok yüksektir.


Ayrıca, uçaklara koltuk aralarını daraltmak suretiyle koltuk ilave ettiklerinden yani uçaklardaki koltuk sayıları fazla olduğundan seyahatler oldukça keyifsizdir.Sevgili Aslıhan ve Berrin beni orta koltuğa oturtunca çenemin de düşük olduğu bir güne denk gelmeleri nedeniyle güle güle,kahkahalar atarak ve hiç uyumadan nefis bir yolculuk sonucunda saat 17.40 da Havana’ya geldik.Uçağımızın José Martí International Airport’a inişiyle de hepimiz için unutulmaz anılara tanıklık edecek seyahatimiz başladı.



Küba bizden vize istiyor(Yeşil pasaporta vize gerekmiyor). Ancak bu vize sizi korkutmasın. 2 fotoğraf ile Küba Büyükelçiliğine veya vize vermeye yetkili seyahat acentasına başvuruyorsunuz.Vize pasaporta yapıştırılmayan, iki parçalı,kupona benzeyen bir form.Vizenin yarısı ülkeye girişte alınıyor.Diğer yarısı sizde kalıyor ve çıkışta pasaport polisi bu kalan kısmı sizden alıyor. Küba’ya girişte ve çıkışta de Kuzey Kore ve İran’da olduğu gibi pasaportunuza giriş/çıkış damgası vurulmuyor.Bunun sebebinin "Amerikan vatandaşlarının kendi ülkelerine giriş çıkışlarında sorun yaşamaması için” olduğunu öğreniyorum.Ülkeden çıkarken 25 CUC’luk çıkış vergisi ödemek gerekiyor. Küba’da iki para birimi var. Bir tanesi turistlerin kullandığı CUC (Cuban Convertible Pesos). Diğeri ise halkın kullandığı ulusal para CUP(Küba Pesosu).

Pasaport kontrolü sonrası valizlerimizi alarak bizi bekleyen otobüsümüzle Havana’nın en ünlü ve güzel
oteli “Hotel Nacional de Cuba” ya geliyoruz. Otelimiz Küba'nın tek ulusal yapısı olma özelliğine sahip ve açıldığı 1930 yılından itibaren aralarında Winston Churchill, Frank Sinatra, Ava Gardner, Steven Spielberg, Uma Thurman ve daha nicesinin bulunduğu bir çok ünlü bu otelde kalmış.

Otelimizin barı La Terraza'dan nefis Malecon sahili manzarasına hakim oluyorsunuz (Eski Havana ile Vedado'yu birbirine bağlayan Malecon sahilinde Karayip denizine bakan enfes bir manzara vardır). Otel lobisinde bulunan İspanyol esintili mozaikler, deri koltuklar ve gösterişli şamdanlar oldukça etkileyici. Otelde beklerken Mojito (Türkçe’de mohito olarak okunur) ikram ediyorlar. Mohito rom,şeker ( geleneksel olarak şeker kamışı suyu), misket limonu, karbonatlı su ve naneden oluşan geleneksel bir Küba kokteyli ve oldukça lezzetli. Odalarımıza yerleşir yerleşmez hemen aşağıya inerek Malecon sahilindeki kalabalığa karışıyoruz.

Sahile kurulmuş bir sahnede müzik yapılıyor. Ortalık karnaval alanı gibi. Küba’lılar müziğin sihirli ritmine kendilerini kaptırmışlar. Dans ediyorlar. Hepimiz çok mutluyuz. Bir süre daha kalıp otele dönüyoruz. Kolay değil yaklaşık 1 gündür uykusuzum ve uzun bir yoldan geldik. Saat farkı da var. Odaya çıkıyoruz. Ancak uzun süre müziğin gürültüsünden uyuyamıyorum. Her zaman olduğu gibi beraberimde getirdiğim kitapları okumaya başlıyorum. Uykuya dalana kadar da okuyorum.




Okuduğum kitaplardan;

Küba’nın Karayipler’in en kalabalık ülkesi olduğunu, Kristof Kolomb'un birinci yolculuğunda keşfederek (Ekim 1492) İspanyol toprağı ilan ettiği Küba'da ilk kalıcı yerleşimin 1511 yılında kurulduğunu,sömürgecilerin baskı ve sömürüsü, salgın hastalıklar, açlık ve göçlerin yerli nüfusunu 5 bine kadar düşürdüğünü,18.yy'a girilirken bölgede sağlanan barış ve düzenle birlikte sömürge nüfusunun 50 bine ulaştığını, İspanya'dan düzenli gemi seferlerinin başlamasının Havana'nın ticari ve stratejik önemini artırdığını,












Hayvancılığın, tütün ve şekerkamışı üretiminin artırılması ve işgücü için Afrika'dan çok sayıda köle getirilmesinin adada köklü bir değişim yarattığını,1865'te köle ticaretinin sona ermesiyle ortaya çıkan işgücü açığını kapatmak için adaya sözleşmeli işçi olarak Meksika yerlileri ve Çin’lilerin getirilmeye başlandığını,

19. yy'ın sonlarından itibaren İspanya'nın şeker üretimi ve ihracatı için gerekli işgücü, sermaye, makine, teknik beceri, ve pazarları sağlamada yetersiz kalmasının Küba'yla olan siyasi ve iktisadi bağlarının giderek zayıflamasına yol açtığını, bu ortamda A.B.Dli işadamlarının şeker üretiminde ve ticaretinde güç kazanmaya başladıklarını, İspanyolların adada gelişen özerklik talebine ödün vermemesi ve vergileri daha da artırmasının On Yıl Savaşı'nın (1868 - 1878) başlamasına neden olduğunu, sonunda İspanya’nın Zanjon Sözleşmesiyle (1878) siyasal ve ekonomik reformlar yapmaya söz verdiğini, adada sağlanan barış ortamının ekonomik bunalımın derinleşmesi yüzünden uzun süreli olamadığını,















1895 yılında sürgündeki Küba’lı şair ve gazeteci Jose Marti'nin sürgündeki siyasi örgütleri bir araya getirmesiyle gerilla taktiklerine dayanan bir bağımsızlık savaşının başladığını, buna karşı İspanya’nın adaya 200 bin asker çıkardığını, savaş ortamının adadaki şeker üretimini durma noktasına getirmesi üzerine ada ekonomisinde etkin durumda olan A.B.D’nin Havana limanında demirli Maine Gemisi'nin batırılmasını bahane ederek İspanya'ya savaş açtığını,İspanya'nın İspanyol - Amerikan Savaşı (1898) sonunda yenilmesinin ardından imzalanan Paris Antlaşması çerçevesinde öngörülen Küba'nın bağımsızlığının 1 Ocak 1899'da A.B.D işgali altında yürürlüğe girdiğini,


























Küba Devleti'nin siyasal ve ekonomik çerçevesini belirleyici önlemler alan Amerika Birleşik Devletleri’nin Küba'nın iç ve dış ilişkilerinde söz sahibi olma ve Guantanamo Koyu'nda bir deniz üssü kurma hakkını aldıktan sonra birliklerini adadan çektiğini (1901),



















İkinci Amerika Birleşik Devletleri müdahalesinden (1909) sonra seçimleri kazanan liberallerin adayı Jose Miguel Gomez döneminde rüşvet, yolsuzluk ve sosyal adaletsizliğin arttığını, özellikle Afrika kökenli Küba’lıların siyasal haklar ve daha iyi iş olanakları için giriştiği eylemlerin sert biçimde bastırıldığını,

Gomez'le birlikte örtülü bir diktatörlüğe dönüşen Cumhurbaşkanlığının çoğu kez hileli seçimler ve askeri baskı yoluyla ele geçirilen bir makam durumuna geldiğini, 1933 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğiyle Gerardo Machado'yu deviren Fulgencio Batista’nın en ünlü diktatör olarak uzun yıllar Küba yönetimine damgasını vurduğunu,

Batista zamanında tarım ve hayvacılığın yanı sıra turizm ve kumarhane işletmeciliğinin de önemli bir gelir kaynağı haline geldiğini, buna karşı işsizlik oranın yükselerek nüfusun büyük çoğunluğunun yoksulluk içinde kaldığını ve ekonominin giderek daha da dışa bağlandığını, bu durumun da Batista yönetimine karşı etkin bir muhalefetin doğmasına yol açtığını,














1950'li yıllarda komünist bir gruba liderlik eden Fidel Castro’nun Moncada Kışlası'na düzenlediği başarısız bir baskından (1953) dolayı bir süre hapis yattığını, daha sonra Meksika'ya giden Castro’nun 1955 yılında 26 Temmuz Hareketini başlattığını, Arjantinli devrimci Che Guevara'nın da yer aldığı örgütün Aralık 1956'da Küba'da başlattığı gerilla hareketinin zamanla öteki gruplardan da destek alarak Batista'ya bağlı birliklere önemli darbeler indirdiğini, 1 Ocak 1959'da diktatör Fulgencio Batista'nın Küba'yı terk etmesinin ardından Fidel Castro'ya bağlı bin kişilik bir kuvvetin Havana'ya girmesiyle yeni bir yönetimin başladığını,


İktidara geldikten sonra köklü toprak reformu gibi adımlarla geniş bir kesimin desteğini kazanan Fidel Castro’nun ittifak kurduğu Küba Sosyalist Halk Partisi ile birlikte yönetime ağırlığını koyduğunu, toprak kamulaştırmalarından zarar gören Amerika Birleşik Devletleri şirketlerinin baskısıyla Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin uygulamaya başladığı iktisadi ambargo ve bunu izleyen Domuzlar Körfezi Çıkarmasının Castro'nun SSCB ile yakın bir ilişkiye girerek sosyalist bir çizgiye yönelmesini hızlandırdığını,








Ertesi yıl Küba'ya yerleştirilen Sovyet füzeleri yüzünden patlak veren Ekim Füzeleri Bunalımı'nda Sovyet lideri Nikita Kruşçev'in geri adım atmasının Küba'nın SSCB ile olan ilişkilerini bir ölçüde bozduğunu, 1960’larda Amerika Birleşik Devletlerinin baskısı yüzünden artan askeri harcamaların ekonomide sarsıntıya yol açtığını, aynı dönemde Küba’nın Latin Amerika'daki devrimci hareketlere verdiği destekten dolayı diplomatik yalnızlığa itildiğini,



























1970'lerde ekonomide başlayan düzelme ile birlikte parti ve devletin istikrarlı bir yapıya kavuşturulduğunu, bu arada Castro'nun yönetimdeki etkinliğini de pekiştirdiğini,

1979-1982 yılları arasında Bağlantısızlar Hareketinin dönem başkanlığını yürüten Küba'nın SSCB ile olan ilişkileri doğrultusunda Angola ve Etiyopya'ya asker göndermesinin bağlantısız bir ülke olan Afganistan'ın SSCB tarafından işgal edilmesine tepkisiz kalmasının Üçüncü Dünya'da bazı tepkilerle karşılaşmasına yol açtığını,

1980'de Küba’lı rejim muhaliflerine Amerika Birleşik Devletleri'ne gitme izninin verilmesinden sonra göç eden 120 bin Küba’lı arasında adi suçluların ve akıl hastalarının bulunmasının ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Grenada'ya müdahalesinin iki ülke arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirdiğini, 1990'da Doğu Bloku'nu saran değişim dalgasının siyasi olarak Küba'yı etkilemediğini,


Soğuk Savaş sonrasında kesilen Sovyet yardımı yüzünden iktisadi bir açmaza sürüklenen Küba’nın turizm yatırımlarına yöneldiğini ve kısıtlı da olsa özel yatırımlara izin verildiğini, bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerde kısıtlı bir iyileşme görüldüğünü, 1990'ların sonlarından itibaren Çin Halk Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği'ne yakınlaşan Küba’nın Latin Amerika'da da (özellikle Venezuela ve Bolivya) yeni müttefikler bulduğunu, 31 Temmuz 2006'da Fidel Castro’nun Başkanlık görevlerini kardeşi Raul Castro'ya devrettiğini ve 19 Aralık 2007'de koltuğunu bıraktığını öğreniyorum ve kitabı okurken uykuya dalıyorum.

Sabah erkenden kalkıyoruz. Kahvaltı muhteşem. Kahvaltıdan sonra şehir turumuza başlıyoruz. Turumuza Havana Üniversitesi, Devrim Meydanı, Malecon Sahil Şeridi, Christopher Columbus Necropolis, Büyük Havana Tiyatrosu, El Prado Caddesi, Başkanlık Sarayı’nın bulunduğu modern şehirden başlıyoruz.















İlk olarak Havana Üniversitesine gidiyoruz. Vedado bölgesinde bulunan üniversitenin 1728 yılında kurulduğunu ve ülkenin ilk kurulan üniversitesi olduğu gibi Amerika kıtasında kurulan ilk üniversitelerden biri olduğunu öğreniyoruz. 15 Fakültesi olan üniversitenin 6.000 öğrencisi bulunduğu sevgili rehberimiz Tulga OZAN tarafından bize ifade ediliyor.

Havana Üniversitesinden sonraki durağımız Devrim Meydanı. Devrim Meydanın İspanyolca adı Plaza de la Revolución. Bu meydanın dünyanın en geniş meydanlarından biri olup 72 bin m² bir alanı kapladığını, Fidel Castro ve diğer pek çok politikacının halka sesleniş konuşmalarını burada gerçekleştirdiğini öğreniyoruz. Bu meydanda Bakanlık ve diğer resmi dairelerin binaları bulunuyor. Ayrıca meydanda 109 m uzunluğundaki José Martí Anıtı ve İçişleri Bakanlığı’nın duvarında demir Che Guevara silüeti bulunuyor. Bol bol fotoğraf çekiyoruz.













Christopher Columbus Necropolis yani Havana Mezarlığı Devrim Meydanından sonraki durağımız. Dünyaca ünlü bu mezarlıktaki heykeller oldukça etkileyici. Uzaktan görsek bile etkilenmememiz imkansız. Capitolio’dan kuzeye doğru ilerliyoruz. Gran Teatro de La Habana yani Büyük Havana Tiyatrosu karşımızda. Belçikalı mimar Paul Belau tarafından dizayn edilen ve 1837 yılında inşa edilen binanın dış cephesi çok etkileyici. Ön cephede heykeltıraş Giuseppe Moretti’ye ait dört adet heykel bulunuyor.














Karnımız acıktı ama programın aksamaması için ilk olarak El Prado Caddesini ve Başkanlık Sarayını görmemiz gerekiyor.Orijinal adı Capitolio’ya ulaştığımızda hepimiz şaşırıyoruz. Burası A.B.D’ nin Washington D.C şehrindeki Kongre Binası’na çok benzeyen bir yapı.1959 yılına kadar hükümetin yönetim merkezi olarak kullanılmış, 92 m yüksekliğinde olduğundan şehrin birçok noktasından rahatlıkla görülebiliyor. Diğer bir önemli özelliği ise dünyanın kapalı bir alanda bulunan en büyük üçüncü heykelini içinde barındırıyor olmasıymış.

Neoklasik tarzdaki devasa yapının içerisinde kubbenin altında yer alan 25 karatlık bir elmas replikası, tavan işlemeleriyle dikkat çeken koridor Salon de los Pasos Peridos ve altın kaplamalı La Estatua de la República (Özgürlük Heykeli) ni görüyoruz . Küba Bilim Akademisince kullanılan binadan çıkarak öğlen yemeğini yiyeceğimiz restoranımıza gidiyoruz.


















Yemeğimizi İspanyol mimarisinin etkileyici örneklerine sahip UNESCO'nun Sit alanları listesinde yer alan eski şehirdeki bir restoranda alıyoruz. Kapıda müzik eşliğinde ve Küba'nın Chan Chan ve Hasta Siempre ile beraber en meşhur şarkısı Jose Marti'nin yazdığı romantik bir şarkıyla karşılanıyoruz. Şarkı hepinizin bildiği ve dudaklarından dökülmeyen “Guantanamera” . Şarkının adının anlamı ise Guantanamolu Kadın . Yemekte Küba mutfağını tanıma fırsatını buluyoruz. Yemek sonrası Havana’nın eski şehrinin keşfine başlıyoruz.

Capitanes Generales Müzesi, Katedral Meydanı, Arms Meydanı, Morro Kalesi, Ernest Heminghway'in gittiği barlar sokağı (Calle Obispo), San Fransisco De Asis Meydanı, Handicrafts Sarayı, Villanueva Sarayı, Rom Müzesini göreceğiz.














Havana’da 2. günümüz ve elbette yollarda giden veya yol kenarına park etmiş eski Amerikan arabaları ile Rus Lada’larının hepimizi etkiliyor. Sokaklarda elinde puroları ile köşe başlarında sohbet eden ihtiyarlara rastlıyoruz. Şehrin merkezi
sayılan eski şehir(La Habana Vieja) aynı zamanda tarihi en eskiye dayanan yerleşim yeri. 1519 yılında İspanyollar tarafından Havana Körfezi’nde kurulan bu yer sık sık korsan saldırılarına uğramış ve bu nedenle de etrafı kaleler ve surlarla çevrilmiş. La Habana Vieja 1982 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesine alınmış. Ünlü Amerikalı yazar Ernest Hemingway La Habana Vieja’da oturmuş ve burasının hayranıymış.
Yürüyerek Plaza de la Catedral’e geliyoruz. 18. yüzyılda barok tarzında inşa edilen ve şehir Başpiskoposunun merkez katedrali olan yapının kuleleri asimetrik. Katedralin bu özelliklere sahip olan tek barok yapı olarak bilindiğini duyuyorum.Ayrıca,Kristof Kolomb’un bedeninin bir süre kaşife adanmış olan bu ibadet merkezinde saklandığı söyleniyor. Buradan Ernest Hemingway’in hemen her gün gittiği La Bodeguita del Medio’ya da gidiyoruz. Sıradan bir bar olmasına karşın Ernest Hemingway nedeniyle yer bulmamız mümkün değil.

Katedralden Havana Körfezine doğru ilerliyoruz ve 500 yıldır Havana halkının buluşma noktası olan Plaza de Armas’a (Armas Meydanı) geliyoruz. Meydanda Küba bağımsızlık mücadelesinde payı bulunan milli kahraman Carlos Manuel de Céspedes’in de bir heykeli var.


Havana’nın tarihi ve kültürel dokusuna daha yakından tanıklık etmek için Calle Obispo’da yürümeye başlıyoruz. Yol boyunca, eski Havana evleri ile barok ve neoklasik tarzda binalar bizleri etkiliyor.

El Floridita’da akşam yemeği için rezervasyon yaptırıyoruz. Burası Hemingway’in ikinci adresi. 1920’li yıllarda inşa edilen Hotel Ambos Mundos da Calle Obispo’ya geliyoruz. Otelin içerisine giriyoruz. Hemingway bu oteli “yazı yazmak için güzel bir yer” olarak tanımlamış ve iki yıl kaldığı 511 numaralı odada Çanlar Kimin İçin Çalıyor kitabının bir bölümünü yazmış. Otelde Hemingway’in özel eşyalarını barındıran odayı ziyaret ediyoruz.


Çıkışta istikametimiz Küba barok sanatının örneklerinden Calle Obrapía. Burada üzerinde yer alan sarı renkteki Casa de la Obra Pia’yı görüyoruz. Burasının tam karşısında ise Casa de África’yı görüyoruz.


Yürürken birden kendimizi renkli binaların ortasında buluyoruz. Burası Havana’nın en eski meydanlarından biri olan Plaza Vieja. Meydanın tam ortasında 18. yüzyıldan kalma mermer bir çeşme var. Yorgunuz ama tütün fabrikasına da gitmemiz gerekiyor. Havana’nın en ünlü tütün fabrikası olan Partagás’a geliyoruz. Burada 1800’lü yıllardan beri kaliteli puro üretimi yapıldığını öğreniyoruz ve puro üretiminin tüm aşamalarına yakından tanıklık ediyoruz.













Otobüse biniyoruz. Capitolio’nun önünden geçerek Prado Bulvarından geçiyoruz. Prado Bulvarında Mudéjar (İspanya Arap kültürlerinin bir karışımı) mimarisinden esintiler taşıyan 1908 tarihli Hotel Sevilla ve Havana’nın ünlü evlendirme şapeli Palacio de los Matrimonios’i görüyoruz. Bu Meydanda Küba’nın en büyük müzesi olan Museo de la Revolución (Devrim Müzesi) yer alıyor. Müzede, 1950’lerdeki devrim ve savaş yılları ile Küba’nın İspanya’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine dair birçok eseri bulmak mümkün. Buradaki eserlerden en ilgi çekici olan bana göre Che Guevara’nın gerçek boyutlardaki balmumu heykeliydi. Müzenin hemen arkasında ise Fidel Castro ve arkadaşlarını Meksika’dan Küba’ya taşıyan Granma yatı bulunuyor.

“Devrimci Kemal Atatürk, bizim esin kaynağımız oldu. 1919'da Anadolu'dan emperyalistleri atmak için, Bandırma gemisiyle Samsun'a çıktı. Büyük bir zafer kazandı. Biz de tam 40 yıl sonra, ülkemizden faşistleri kovmak için Granma gemisiyle Havana'ya çıktık. Biz de zaferle kucaklaştık.” Bu sözler Fidel Castro’ya ait. Yine “Ben de devrim gerçekleştirdim. Ama Atatürk'ün yaptıklarını yapamazdım. Türkler sağdan sola doğru yazarken Harf Devrimi ile tam tersi yönde yazmaya başladı. Kıyafet Devrimi ve Medeni Kanun'la kadınlara getirilen statü çok önemliydi. Ona ve devrimlerine hayranım. Kendinize başka bir önder aramayın.” sözleri de Fidel’e ait. Kendi heykelinin dikilmesini yasaklayan Fidel Castro Atatürk’ün büstünü Havana’ya koydurmuş. Şimdi hep birlikte Atatürk büstünün bulunduğu yere doğru gidiyoruz. Küba’da tek siyasi bir kişiliğin heykeli olduğunu ve bu kişinin de Atatürk olduğunu öğreniyoruz. Sevgili dostum, ağabeyim Heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından yapılan Atatürk büstünün önünde duruyoruz. Heykel Puerto Caddesinde. Küba’nın ulusal kahramanı Jose Marti’nin Ankara’da Çankaya parkında açılan heykelinin ardından, Atatürk’ün büstünün dikildiğini ve Ankara’daki heykelinde Metin Yurdanur tarafından yapıldığını duyuyorum. Hepimizin göğsü kabarıyor.
Akşam yemeği için El Floridita’ya gidiyoruz.Harika manzara eşliğinde, bol sohbetli ve kahkahalı soframız gece geç saatlere kadar sürüyor.Dönüşte otelimizin harika bahçesinde müzik dinleyip Mohito’larımızı yudumluyoruz.



Yarın Havana’da son günümüz ve Vinales&Pınar Del Rio turuna katılacağız.Sabah kahvaltısından sonra Küba’nın Dünya Koruma Mirası listesinde bulunan Vinales Vadisine doğru yola çıkıyoruz. Yol boyu tütün ekili tarlaları görüyoruz.




Pınar del Rio esasen Küba'nın tarım merkezi. Halkın çoğunluğu tütün ve şekerkamışı tarımı ile uğraşıyor. S.S.C.B’nin çöküşü yüzünden etkilenen şekerkamışı ticareti yüzünden özellikle Pınar del Rio'dan büyükşehirlere(özellikle Havana'ya) göç olduğundan Pınar del Rio nüfusu çok fazla azalmış. Pınar del Rio'daki Vinales Vadisinin 200 milyonluk bir geçmişe sahip olduğunu öğrenince çok şaşırıyorum. Otobüste yolculuğumuz sürerken yağmur başlıyor. Bir süre sonra otobüsün sileceklerinin hızı yetişemez oluyor yağmurun süratine. Verandalı tahta evleriyle ve kapıları önünde iki adet tahtadan yapılmış sallanan sandalyeleriyle ünlü Vinales’e geliyoruz. 1492 yılında Cristof Colomb’un burayı gördüğü zaman “İnsan gözünün görebileceği en güzel yer” dediği vadinin bir kenarında yer alan dik ve sarp bir kaya üzerinde bulunan Brezilyalı ressam Diego Riviera’nın öğrencisi Leovigildo Gonzales tarafından yapılmış 120 metre yükseklik ve 180 metre genişliğinde Mural de la Prehistoria isimli evrim teorisini anlatan resmi görüyoruz. Etkilenmemek mümkün değil.

Vadinin muhteşem doğasını ve mağaralarını sandala binerek görmek istiyoruz. La Cueva del Indio mağarasını gezmek için sandallara biniyoruz. Haystack Hillock dağlarının içinden geçerek heyecanlı bir deneyim yaşıyoruz. Tur sonrası ormanın içerisinde yemek yiyerek Havana’ya dönüyoruz. Yol boyu küçük kasabalarda fotoğraf molası veriyoruz. Akşam yine otelden çıkarak sahil boyu yürüyoruz. Bu şekilde halkın yaşamına daha yakından tanıklık etme fırsatımız oluyor. Her evin kapısı ve penceresi açık. Kapının önünde sallanan tahta sandalyeler var. Tüm aile fertleri dışarıda sohbet ediyorlar. Sabahleyin Havana’dan ayrılarak Cienfuegos’a gideceğiz.

Küba seyahatimiz ve hikayemiz uzun. O nedenle sizlerle paylaşacak çok güzel anılarım var. Cienfuegos’u bir sonraki yazımda paylaşacağım.

2 yorum:

  1. ..maceracı bir gezginin gözüyle, bir uçtan diğer ucuna masalsı bir ülkeyi arka sokaklarından başlayıp doğal güzelliklerine,sokaktaki insanının sıcak gülümseyişinden doyumsuz manzaralarına kadar içtenlikle anlatan bu sayfalara hayranlığık duyduk yeniden..şefimiz 2011 yılı Şubat'ında bizi de götürmüştü bu yerlere.. yollara düşme heyacanı ve hevesi sardı hepimizi..Che'nin silueti heryeri kaplamış sokalarda destansı şarkıları gitarlar eşliğinde söyleniyordu.Hasta Siempre Comandante..bir de Hemingway'in romanlarındaki kekremsi tatlar ve hazlar tropik deniz havasında uçuşuyordu gece gökyüzünde..teşekkürler Abidin Bey'e..duyumsattığı için yeniden o günleri

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Abidin, yazın gerçekten bana o güzel gezimizi tekrar hatırlattı. Teşekkür Ederim.Gerçi senin ilk gezinden de notlar olduğu için, bir okadar da bazılarını görememiş olmaktan dolayı üzüntü duydum.Küba'ya bir kez daha gidebilirim. Sevgiler

    YanıtlaSil