6 Nisan 2012 Cuma

İSYAN EDİYORUM…BU NASIL DEVRİM? BU NASIL İNSANLIK? BU NASIL VAHŞET?

Kuala Lumpur’dan sonraki durağımız Kamboçya. Kuala Lumpur Havalanından sabah saat 06.25 de kalkan uçağımız kısa bir süre sonra Phnom Penh’e indi. Phnom Penh Havaalanı bir çok kişi için basit, sıradan ve ilkel gelebilir. Bana soran olursa ben bu havaalanını “ Uçaktan indikten sonra alanın dışarısına yorulmadan ve kısa süre içerisinde çıkmanızın mümkün olduğu mütevazi bir havaalanı” olarak tanımlarım. Uçaktan iner inmez yanımıza bir görevli gelerek vizemiz olup olmadığını sordu. Olmadığını söyleyince vize formunu doldurmamızı istedi. Vize formunu doldurarak vize bankosuna gittik. Kamboçya’ya giden ve yeşil pasaportu olan tüm arkadaşlarım beni vize alırken istenecek parayı sakın vermeyin. Zira, Kamboçya Yeşil Pasaport için vizeye para almıyor diye uyardığından ve bunu başlarından geçen olaylarla anlattıklarından bizden vize için istenen 20 USD’ na itiraz ettim. Önce görevli olarak gelip gelmediğimizi sordular. Turist olduğumuzu öğrenince de kabul etmediler. İtirazın neticelenmeyeceğini anlayınca uzatmadık ve 20 USD ödeyerek vizemizi aldık.








Vize sonrası pasaportumuzu damgalatırken karşıda okuduğum yazı çok etkiledi beni. “Please respect our children. A child is anyone under 18 years old. Do not harm or sexually exploit our children. These are crimes in Cambodia.” yazıyordu. Ne acı değil mi? Bir devlet rica ediyor ülkesine giriş yapanlara çocuklarına zarar verilmemesi ve cinsel olarak istismar edilmemesi için.

Alandan çıkar çıkmaz ilk olarak gezimizin buradan sonraki durağı olan Saigon için uçak bileti araştırmasına başladık. Sadece bu parkurun uçak biletini almamıştım. Kişi başı 209 USD fiyatını öğrenince de o dakika uçakla gitmekten vazgeçtik. Bu sırada yanımıza bir Kamboçya’lı genç geldi. Tek kelime İngilizce bilmeyen fakat medeni cesareti çok yüksek olan ve beden dilini çok iyi kullanan bu kişinin Tuk Tuk sürücüsü olduğunu kısa sürede anlayarak kendisiyle otele transfer için 7 USD’na anlaştık.

Kamboçya’da Tuk Tuk ile tanışmamız böyle oldu. Böyle oldu diyorum zira hikayemizin alt kısımlarında da göreceğiniz gibi Kamboçya’da bulunduğumuz süre içerisinde Tuk Tuk yaşamımızın bir parçası oldu. Alandan çıkar çıkmaz tahta yük arabaları, tuk tuklar ve sadece gözleri görülebilen motorsiklet sürücüleri dikkatimizi çekti. Hemen hepsi tuk tuk ile yanlarından geçerken meraklı gözleriyle bize bakıyorlardı. O an hemen aklıma gelen düşünceyi aktarayım. Yanımızdan geçen ve meraklı gözlerle bizi izleyen Kamboçya’lıları görünce “Küba gibi fakir ve geri kalmışlığın ezikliğinin olmadığı bir topluma geldiğimi” düşünmeye başladım. Zira insanların hepsi güleryüzlü ve mutlu görülüyorlardı. Motorsiklet ve tuk tuk trafiğini anlatmam mümkün değil. Mutlaka görmelisiniz.
Monivong Bulvarında yer alan otelimizin adı Princess Hotel. Oldukça merkezi olan otelimize 3 gece için toplam 98,97 USD ödedik. Otel önüne gelir gelmez otel personelinin sıcak ve samimi ilgisiyle karşılandık. İlk olarak resepsiyondaki sempatik bayan görevliyle Saigon’a gidişimizle ilgili olarak alternatifler üzerinde sohbet ettik. Bu sohbet sonucunda iki kişi otobüsle 30 USD’na Saigon’a gitmenin en ekonomik ve mantıklı yol olduğu sonucuna vararak otobüs biletlerimizi alması için görevli kızımıza 30 USD ödedik.

Otelde odamız ödediğimiz bedele ve Kamboçya şartlarına göre çok iyi. Her şeyden önce tertemiz. Bavulu açıp kahvaltıya iniyoruz. Kahvaltı her uzak doğu seyahatimde olduğu gibi benim için uygun değil. Bu nedenle de tabağı aldıktan sonra 10 metre uzunluğundaki açık büfe masalarını 5 saniye içerisinde dolaşarak hiçbir şey almadan bitirmem garson kızların gülüşmelerine neden oluyor. Kahvaltı sonrası otelin önünde duran Tuk Tuk sürücüsü ile şehir turu için 15 USD’na anlaşıyoruz.

Şehir turumuza başlamadan önce Kamboçya ile ilgili okuduğum kitaplardan öğrendiğim bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Aktaracağım bu bilgilerin Kamboçya insanını ve tarihini daha iyi anlamanızı ve Kamboçya’lıları çok sevmenizi sağlayacağını düşünüyorum.

Okuduğum kitaplardan;

Kamboçya’da iç savaşın 30 sene sürdüğünü ve savaşın 1998 yılında bittiğini, Kızıl Kımerler (Khmer Rouge) örgütü tarafından 1975-1979 yılları arasında eğitimli 2 milyon Kamboçya’lının katledildiğini, 1975 yılında 7 milyon olan nüfusun 1979 yılında 4.6 milyona düştüğünü, bu katliamlara dünyanın uzun süre habersiz ve kayıtsız kaldığını,

Kamboçyalıların çoğunun kendilerinin eski Kımer İmparatorluğundan geldiğini kabul ederek kendilerine Kımer dediklerini, Kımerler’in komşuları Siyam ( bugünkü Tayland) ve Vietnam ile tarih boyunca savaştıklarını ve 1864 yılında Kımer Kralının Fransızlardan koruma istemesi sonucunda 1884 yılında Kamboçya’yı resmi olarak Fransız sömürgesi haline getiren belgeyi imzalaması neticesinde Kamboçya’nın İkinci Dünya Savaşına kadar Fransız idaresinde kaldığını, savaş başlayınca ülkede kalan Fransız yöneticilerin Kamboçya’yı ele geçiren Japonlarla işbirliği yaptıkları için Japonların yönetime karışmadıklarını, 1941 yılında ülkeye yeni kral seçilmesi sırasında Fransızların genç, eğlenceye düşkün ve sözlerinden çıkmayacağına inandıkları Prens Norodoum Sihanouk'ta karar kıldıklarını, Kral Sihanouk’ın savaşın sonuna doğru Kamboçya’nın bağımsızlığını ilan etmesini sağladığını, ancak Fransızların savaş sonunda da Kamboçya’yı sömürmeye devam ettiğini ve bağımsızlık konusunda ısrar eden Kral Sihanouk'un önünü kesmek için monarşinin sona erdirilerek seçimlerin yapıldığını,
Fransızların İkinci Dünya Savaşı sonrası Vietnam'a geri döndüklerinde Vietnamlı lider Ho Chi Minh'in de bağımsızlık isteğiyle karşılaştığını, bunun kabul edilmemesi üzerine de Vietnam’la Fransa arasında savaşın başladığını, A.B.D’nin komünizmin Asya’da yayılmaması için Vietnam’la savaşan Fransızlara çok büyük yardım yaptıklarını,buna rağmen Kuzey Vietnam'da Viet Kong (Komünist Vietnam Partisi) güçlerinin ilerlemesinin durdurulamadığı, 1952 yılında sömürge yönetiminin Kamboçya’da zayıflamasını fırsat bilen Kral Sihanouk’un parlamentoyu kapatarak dünya başkentlerini dolaşarak uluslararası kamuoyu önünde Fransa'yı zor durumda bıraktığını ve Fransa’nın 1953 yılında Kamboçya’nın bağımsızlığını kabul ettiğini, ülkede bağımsızlık ilanı sonrasında Kral Sihanouk’un tahtı babasına bırakıp partisini kurarak seçimlere girerek seçimleri kazandığını, ülkeye bağımsızlığı getiren Sihanouk’un Kımer Budizmine göre canlı bir tanrı olduğunu, 

Vietnam’ın, Birinci Hindiçin savaşı sonunda Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılması sonucunda Kuzey Vietnam’ın S.S.C.B, Güney Vietnam’ın A.B.D tarafından desteklendiğini, Kuzey Vietnam’ın Güney Vietnam’a bağımsızlık kazandırmak için 1959'da Güney Vietnam'daki Viet Kong sempatizanı gerillalara cephane ve yiyecek sağlamak üzere Laos ve Kamboçya’nın ıssız ormanlarından geçen “Ho Chi Minh Patikası” kurduğunu ve 1959-1964 yılları arasında Viet Kong gerillalarına “Ho Chi Minh Patikası”ndan yardım ettiğini ve 1964 yılında da Kuzey Vietnam’ın patikayı kullanarak Güney Vietnam’a girerek savaşmaya başladıklarını (“Ho Chi Minh Patikası” nın ilginizi çekecek güzel ve hüzünlü bir hikayesi var. Bu konuyu Vietnam’la ilgili yazımda okuyabileceksiniz), güçsüz bir ülke olan Kamboçya’nın bu savaşta Kuzey Vietnam’ı tuttuğunu ve Kuzey Vietnam askerlerinin Kamboçya’nın ıssız bölgelerinden geçmesine göz yumduğunu,

Bu arada, Kamboçya’da Devlet Başkanı Sihanouk yönetimine karşı silahlı mücadele veren ve niyetleri ülkeye komünizm getirmek olduğu için “Kızıl” sıfatını Sihanouk’un verdiği gücü sınırlı ve küçük bir silahlı örgüt olduğunu ve bu silahlı örgütün Kızıl Kımerler olarak anıldığını, ABD’nin “Ho Chi Minh Patika” sının kullanılmasını engellemek için ( ki yukarıda belirttiğim gibi bu patika A.B.D askerlerine ağır kayıplar verdiren bir patikadır. Şarkılar ve filmlere konu olan bu patikanın öyküsünü Vietnam yazımda bulacaksınız.) darbeyle Sihanouk'un yerine yardımcısı Lon Nol’u getirdiğini, A.B.D yanlısı Lon Nol’un halkın tepkisine karşın ülkeyi yönettiğini, Çin'e sürgüne giden Sihanouk’un Lon Nol'a karşı eski düşmanı Kızıl Kımerlerle işbirliğine gittiğini, Kızıl Kımerlerin yükselişi ve hikayesinin bu şekilde başladığını, 1969 senesinde A.B.D’nin Kongreden izin almadan “Ho Chi Minh Patikası” nı yok edebilmek için gizlice Kamboçya’yı bombalamaya başladığını, bombalamanın 1973 yılına kadar ve gizlice devam ettiğini, A.B.D’nin Vietnam'da kaybettikçe sivil ve askeri hedef ayırımı yapmadan Kamboçya-Vietnam sınırı boyunca bombalamayı artırdığını ve dört senelik “gizli” bombalamada Kamboçya topraklarına düşen bombaların Japonya'ya İkinci Dünya Savaşı sırasında düşen bomba toplamının iki katı olduğunu, Kamboçya ekonomisinin kalmadığını, halkın A.B.D’ye karşı savaşan Kızıl Kımerleri desteklemeye başladığını, 17 Nisan 1975 günü Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’in Kızıl Kımerler tarafından ele geçirildiğini,

Kızıl Kımerlerin lideri Pol Pot’un A.B.D tarafından bombalanacağını gerekçe göstererek Phnom Penh’i boşalttırdığını, bu boşaltma sırasında halka yanlarına bir şey alınmamasının ve kısa sürede evlerine döneceklerinin söylendiğini, halkın kırsal alana gitmesinin ardından Kızıl Kımerler’in önce herkesin üzerinde taşıdığı paralara ve değerli eşyalara el koyarak bunları yok ettiğini, Pol Pot’un parayı ve en gerekli eşyalar dışında mal edinmeyi yasakladığını, arabası olanların, pahalı saat takanlar ile gözlük takanların öldürüldüğünü, kimlik kartları ile tapu, ruhsat ve kitapların tamamının yakılarak yok edildiğini, karşı çıkan herkesin orada öldürüldüğünü, Kızıl Kımerler tarafından devrime karşı olabilecekleri kuşkusuyla ilk önce zenginlerin daha sonra ise eğitimli insanların öldürüldüğünü, köylülere “eski insanlar”, şehirlilere ise “yeni insanlar” adının verildiğini, şehirlilerin köylülerden daha aşağı görülerek aç bırakıldığını, hastalanan ve mutlaka tedavi olması gerekenlerin devrimi engelledikleri gerekçesiyle öldürüldüğünü, Pol Pot’un pirinç üretimi için ulaşılmaz hedefler belirlediğini ve üretimde rakamlar tutmayınca da şehirlilerin yani “yeni insanların” ve onları yöneten komutanların öldürüldüğünü, eğlencenin, müziğin ve tavşan pisliğinden yapılan bir koca karı ilacı ile doğal bir karışım dışında bütün ilaçların yasaklandığını, insanların sıtma ve ishalden toplu olarak öldüğünü, ülkedeki Vietnam azınlığının da öldürüldüğünü, Vietnam’ın Kızıl Kımer karşıtı grupları desteklemesi üzerine de Pol Pot’un Kamboçya kökenli Kızıl Kımerlerden kuşkulanmaya başlayarak bu kişileri Phnom Penh'deki Tuol Sleng Hapishanesine gönderdiğini, buraya gitmek istemeyen Doğulu Kızıl Kımerler’in Vietnam tarafına geçtiğini, bunlar arasında daha sonra Başbakan olacak olan Hun Sen’in de bulunduğunu, Vietnam askerlerinin 25 Aralık 1978’de Kamboçya’ya girdiklerini ve 7 Ocak 1979 tarihinde Phnom Pehn'i ele geçirdiğini, Hun Sen’in yeni bir yönetim kurarak eskiden üyesi olduğu Kızıl Kımer’lerden ülkesini kurtarmaya çalıştığını, bu girişiminin A.B.D yönetimi tarafından tanınmadığını,

Vietnam’ın Kamboçya’ya girmesini gerekçe gösteren Çin’in Kuzey Vietnam'a girmesine karşın kısa sürede çekildiğini, A.B.D’nin Kamboçya’ya uluslararası yardım gönderilmesine engel olduğunu ve Kızıl Kımerlere A.B.D tarafından malzeme ve erzak yardımı yapıldığını, Kamboçya’nın acısının soğuk savaş bitene kadar devam edeceğini, 1991 yılında ülkede halen savaşan Kızıl Kımerler, Hun Sen'e bağlı kuvvetler, eski Lon Nol'dan kalan kuvvetler ve Sihanouk'un oğluna bağlı kuvvetler arasında barış anlaşması sağlandığını, 1993 yılında ülkede seçimlerin yapılarak normalleşmeye başlandığını, Kızıl Kımerler tarafından ülkenin kuzeybatısının tutulduğunu, 1998 yılında Kızıl Kımerlerin lideri Pol Pot ölünce de ülkede normalleşme sürecinin başladığını,

Öğreniyorum.

Kraliyet Sarayına doğru yol alırken okuduklarımı sizlerle paylaşmak istedim Kamboçya’yı. Bu paylaşım bence çok önemli zira Kraliyet Sarayından sonra gideceğimiz Soykırım Müzesi ve daha sonra gideceğimiz doğru algılayabilmemiz için tarihi bilmemiz şart.

Bu arada Tuk Tuk sürücümüz ülkede motorsikletli kap kapçıların çok fazla olduğunu söyleyerek çantamıza ve fotoğraf makinemize sahip olmamamız konusunda bizi ciddi bir şekilde uyarıyor. Uzak doğunun tüm ülkelerinde anlaştığınız rehber,şoför ve yardımcılar adeta koruyucu meleğiniz olurlar. Kendilerini size karşı sorumlu hisseder ve memnun olmanız için ellerinden geleni yaparlar. Tuk Tuk sürücümüzde bizim meleğimiz oluyor ve seyahat süresince memnun kalmamız için elinden geleni yapıyor.

İlk durağımız Royal Palace (Eski Kraliyet Sarayı). Giriş için ödeme yaptıktan sonra muhteşem bahçelerden geçerek harika yapılarla dolu olan Sarayları görüyoruz. Etkilenmemek mümkün değil. Sarayın bakımı da etkiliyor beni. Sarayın hemen yanında Silver Pagado Tapınağı var. Çok büyük olan ve zümrütten yapılan Buda Heykelini görmenizi isterim. Burası çok önemli bir tapınak. Gümüşten 5000 yer karosu var. Buranın adı bu nedenle de gümüş olmuş. Her bir gümüş karonun 1 kg. geldiği söyleniyor. Çıkışa doğru kral ailesinin fillerinde kullandığı eğerlerin sergilendiği yerde benim ilgimi çeken bir bölüm oldu. Bol bol fotoğraf çekiyoruz. Sarayın bahçesinde gölgeler bularak dinleniyoruz ve Tuk Tuk sürücümüzle buluşarak şehir turumuza devam ediyoruz.

Şimdi hedefte “Independence Monument” (Bağımsızlık Anıtı) var. Phnom Penh ana bulvarı üzerinde görkemli olmayan bir anıt buluyoruz. Adı Bağımsızlık Anıtı olunca insan çok görkemli bir anıt bekliyor. Fotoğraf çekip ayrılıyoruz.

İstikametimiz Wat Phnom. Burası şehrin içerisinde bir tapınak. Hikayesine göre burası asırlar önce buranın yakınından geçen nehrin kumları arasında bulunan dört buda heykeli için yapılmış. Heykelleri Penh isimli bir kadın bulmuş. Bu sebeple de şehrin adı Phnom Penh olmuş. Phnom’un anlamı tepe olduğundan şehrin adı “Penh’in Tepesi” anlamına gelmiş oluyor. Tapınağa ulaştığımızda etrafımızı kolsuz, bacaksız dilenciler ile çocuklar sarıyor. Göz temasından rahatsız olduğumu anlayarak geri çekiliyorlar. Merdivenlerden tepeye kadar çıkıyoruz. Buda Heykelleri ve şehrin tepe manzarası harika. İniş çıkışa göre daha kolay ve keyifli. Ama sıcak ve rutubet nedeniyle yorgunuz.

Birazdan gideceğimiz yere ne ben ve sevgili eşim okuduklarımızdan mıdır nedir sanki gitmek istemiyoruz. Varışımızla birlikte yine etrafımızı tek kollu veya tek bacaklı insanlar sarıyor. Filmlere konu olan S-21 hapishanesindeyiz. Burasının şu an adı Tuol Sleng Müzesi. Gezmeye başlıyoruz. Burada 200,000 kişinin işkence gördüğünü ve buradan alınarak ölüm tarlalarında katledildiklerini öğreniyoruz. Müzenin hikayesi ise oldukça ilginç. Kızıl Kımerlerden önce okul olan bu kampüs Pol Pot tarafından hapishaneye dönüştürülmüş. Buradaki gardiyanların hepsi Pol Pot'un beynini yıkadığı çocuklardan oluşuyormuş.

Hapishanede işkence aletleri sergileniyor. Beni en çok etkileyen ise işkence gören insanların fotoğrafları oldu. Bu insanların önce işkence gördükleri ve ölüm tarlalarında katledildiklerini düşündükçe kahrolmamak mümkün değil. Çocuk yaşta, neler olacağından habersiz fotoğraflardaki herkesin gülümseyerek poz vermesi de ilginç geldi bana. Kimbilir belki zorla gülüyorlardı belki de başlarına ne geleceğini bilmediklerinden gülüyorlardı. Okulun odaları işkence odası ve koğuşa dönüştürülmüş. Moral bozukluğu içerisinde tüm odaları(sınıfları) gezdik.

Tek kelime konuşmadan Tuk Tuk’a binerek Choeung Ek Killing Fields (Ölüm Tarlalarına) doğru yola çıktık. 15 kilometre gidiyoruz.Şehrin dışına doğru gitmek en istediğim olaydır her zaman. Kırsal yaşamı gözlemleyebilmek her zaman heyecan verir bana. Gittiğiniz bir ülkede halkı, yaşamı en iyi kırsal kesimde gözlersiniz. Benim için okuldur bu geziler. Kısacası moralim bozuk olmasına karşın kırsal kesimde yol aldığımız için mutluyum. Şu an gittiğimiz yer Choeung Ek. Başka bir ifadeyle S-21 Hapishanesinde işkence gören mahkumların kurşun harcamamak için aklınıza gelemeyecek vahşilikteki yöntemlerle öldürüldükleri yer.

Tuk Tuk’tan inerek bilet alıyorum. Girişin karşısında ince uzun, oldukça yüksek, çatı kısmı tapınağa benzeyen bir yapı var. Jenosid Anıtı burası. Yaklaşınca yine hüzün kaplıyor yüreğimizi. Kapısına gelince görünen beyaz şeylerin insan kafası olduğunu anlıyorum. İçeri giriyoruz. Çok dar bir alanda yukarı doğru yükselen raflarda yüzlerce kafatası insana dehşet veren bir görüntü oluşturuyor. İnsanlık dramı burası.

Camlarla kaplı ve içinde 5,000 adet kafatasının bulunduğu bir Anıtı gözünüzde canlandırın. Burada bulunan kafataslarının yaş grubuna ve cinsiyete göre konulduğunu öğreniyorum. Alt kattaki rafta bulunan kafataslarında delikler var. Bıçak gibi kesici aletlerle açıldığı anlaşılan bu kafatasları arasında öldürülen 8 yabancının da kafatasının bulunduğunu elimdeki notlardan okuyorum. Çıktığımda ise bu insanların silah kullanılmadan, hindistan cevizi ağaç dallarının keskin uçları ile vücutları kesilerek veya çekiç ile parçalanarak öldürüldüklerini öğreniyorum. Etrafta kazılan çukurlar gözümüze çarpıyor. Buraları toplu mezarlar. Buralardan şimdilik 8,000 adet iskelet çıkartıldığını ve kazıların devam edeceğini öğreniyoruz. Alanda bir çok yerde saçılmış insan kemikleri, insanların kafalarının ezilmek üzere konduğu kütükleri görüyoruz. Daha ilk günümüzden Kamboçya gezimizin ağır bir yükü oluşmaya başladı.

Otele dönüş yolunda sessiziz. İkimizde düşünüyoruz. Hangi insan diğer bir insana bunları yapabilir diye. Otele döndüğümüzde Tuk Tuk sürücüsü arkadaşımızla yarın neler yapabileceğimizi konuşuyoruz ve ertesi gün Chisor Mountain de bulunan Mabete gitmeye karar veriyoruz. Tapınağına gitmek ve safari yapmak üzere 20 USD’a anlaşıyoruz.

TUK TUK’tan iner inmez doğruca sabah fark ettiğimiz ve otele çok yakın olan lokantaya gidiyoruz. Burası mütevazi bir balık dükkanı ama o akşam balık dışında her şey var. Neler mi var? İstakoz, yengeç, ahtapot, jumbo karides, istiridye… İstakozun kilosu 32 USD, yengeçin ise 20 USD. Bir istakoz yaklaşık 200 gr. geliyor. Yani istakozun fiyatı 6,4 dolar. Kamboç birası eşliğinde istakoz, yengeç ziyafeti çekiyoruz. Ödediğimiz rakam 18 USD (32 TL). Yemek sonrası masaj yaptırmak istiyoruz. 1 saat Kımer masajı için kişi başı 12 USD ödüyoruz. Kımer masajı Thai masajına göre daha yumuşak bir masaj. Bana hangisini tavsiye edersin diye sorarsanız Thai masajı derim.






Sabah erkenden kalkıyoruz. Bugün yine oldukça yoğun bir gün bekliyor bizleri. İlk olarak Safariye gidiyoruz. Şehirden yaklaşık 2 saat uzaklaşıyoruz. Benim için yine unutulmaz bir gün olacak bugün. Yol boyu kırsal yaşamdan kesitler sunuyor seyahatimiz bizlere. Bir süre sonra asfalttan toprak yola çıkıyoruz. Safari yapacağımız parka geldik. Buraya Kamboçya’lılar Hayvanat Bahçesi diyor. Girer girmez her tarafta serbestçe dolaşan maymunlar etrafımızı sarıyor. 3 saat boyunca kaldığımız parkta maymunlar, geyikler, kaplanlar, kartallar, pelikanlar, dağ keçileri, kurtlar, timsahlar ile iç içe dolaşıyoruz. Elbette Afrika’da yaptığım safariler gibi değil. Ama burası Kamboçya ve bulunduğunuz ortamın keyfini çıkarmak en güzeli. Öyle yapıyoruz. Bol bol fotoğraf çekiyoruz. En unutulmaz anımız ise yeni doğum yapmış bir maymunun yavrusuyla yanımıza gelerek bizden yiyecek beklemesiydi. Aslı’nın hem anneyi hem yavruyu doyurması her zaman hafızamda kalacak güzel bir anı olarak kalacaktır. Öğlen şoförümüz bizi park içerisinde yemeğe davet ediyor ama yemek yiyebileceğimiz yerler kısıtlı ve bizlerin yiyebilmesi mümkün değil. Onu kırmadan daveti geri çeviriyoruz. Şoförümüz yemek yerken ben fotoğraf çekmenin peşindeyim. Şoförümüzün yemeği bitince yola çıkıyoruz. Yol boyu pirinç ve şeker kamışı tarlaları var. Yol kenarlarında derme çatma teneke, tahta, ot karışımından yapılan evler görüyoruz. Yol üzerinde durup köylülerden mısır alıyoruz. Tek kelime İngilizce bilmeyen bu insanlarla anlaşıyorum. Dakikalarca sohbet ediyoruz. Şoför uzaktan şaşırıyor. Zira köylüleri kahkahalarla güldürüyorum.


Şimdi hedefimiz Chisor Dağında bulunan Tapınak… Hava harika. Mutluyuz. Phnom Chisor Dağına giderken çevredeki ovaların muhteşem manzarasının tadını çıkarıyoruz. Chisor Dağında bulunan Brahman Tapınağı 900 yaşın üzerinde büyüleyici dini bir komplex.

Açık kompleksin merkezinde bulunan mabet ahşap kapılar, domuzlar üzerinde duran figürlerle süslü. Kutsal Inside Buda heykelleri ile ahşap kapılar karşısındaki çatısız galerinin muhteşem bir görünümü var. Buradan Prasat Neang Khmao, Siyah Virgin Tapınağını(10. yy), Ta Prohm Tapınağını (12-13.yy) ve Yeay Peau Tapınağını (12. yüzyıl) ziyaret ediyoruz. Gezilerimiz sonunda göl kenarında yürüyoruz. Hayatı ve yaşamayı çok seviyoruz. Yaşasın hayat.

Yorgunuz ama dönüşte Central Markete gitmek istiyoruz. Central Market için esasında Çin Pazarı da diyebiliriz. Her ünlü markanın bire bir taklidi var burada. Çakma denilen malların hepsi başarılı ama bizim ilgimizi çekmiyor. T-Shirt alıyorum. 2 saatlik süre içerisinde benim en çok ilgimi balık pazarı çekiyor. Ah keşke bunları satın aldığımda pişirecek bir yerimiz olsa da alabilsem diyorum. Otele dönüyoruz. Hemen lokantamıza gidiyoruz. Bu akşam ki menümüzde istakoz, balık ve yengeç var. Bol sarımsaklı buğulanmış balık ve bol sarımsaklı ızgara istakoza bayılıyoruz. Yengeç ise klasik olarak pişirilmiş. Haşlanmış yengeç.Toplam 24 USD ödüyoruz. Akşam internete girerek ülkeyle haberleşiyoruz. İkimizde yorgunuz ve hemen uyuyoruz.
Sabah erkenden Tuk Tuk ile yola çıkıyoruz. Bugün yolumuz uzun ve hava biraz kapalı. Udong Hill yaklaşık 40 km uzaklıkta ve uzun süre Kımer Krallığının başkenti olmuş bir bölge. Yol boyunca manzara harika ve çok etkileyici. Yağmur yağmasın ne olur diye düşünüyoruz. 2 saat sonra Udong Hill Tapınağındayız. Yüzlerce maymun sarıyor bir anda etrafımızı. Belli bir mesafeye kadar geliyor ve duruyorlar. Ağaçlar arasında harika çiçekler ve manzara eşliğinde merdivenleri çıkmaya başlıyoruz. Dinlenmemiz şart. Dinlene dinlene yukarıya ulaşıyoruz.

Sık sık tekrar ediyorum ama bir kez daha söyleyeceğim. Manzara harika. Fotoğraf çekip dinleniyoruz. Udong veya Phnom Udong. Burası günümüzde çok popüler bir hac yeri. Udong’ta muhteşem ve tarihi mekanlar ile eski Angkor dönemi yapıları görüp etkileniyorsunuz .

Dönüş yolundayız. Yol boyu durup fotoğraf çekiyoruz. Köylülerle sohbet etmek çok keyifli. Öğleden sonra şehre ulaştığımızda nehir kenarında bir lokantaya giriyoruz. Karides ve kalamarlı pilavı tercih ediyorum. Bu akşam Mekong Nehir turumuz var. Yazılarımı okuyanlar ve takip edenler bilirler ki ben nehirleri çok severim. Limana gidiyoruz. Tura daha 3 saat var. Otele dönerek dinleniyoruz. Limanda bir çok tekne var. Eğer teknenin tümünü kiralarsanız 25 USD ödüyorsunuz. Biz 5 er USD ödeyerek normal tarifeli tekneye bindik. 1 saat süren turda en etkileyici iki yerden bahsetmek istiyorum. İlki hareket eder etmez karşımızda kıyıda ilkel kayıklar ve sallar görüyoruz. Buradaki kıyıda yaşam alanı var. Öğreniyorum ki buralar burada yaşayanların evleriymiş. Karmaşık ve ilkel bir alan burası.Uzaklaşınca bu sefer daha etkileyici bir tabloyla karşılaşıyorsunuz. Su üzerinde yaşayan binlerce insan var. Evet. Bir tahta parçasının üzerinde doğan,büyüyen,yaşayan ve ölen insanlar. Tüm yaşam alanları 3-5 metrekare olan bu insanların az da olsa yaşamlarına tanıklık ediyoruz. Bazen gezdiğim ülkelerde gördüğüm manzaralar karşısında isyan eder ve sorarım. NEDEN? diye. Galiba yine o anların birindeyim şu anda. İnanamıyorum. Yüzlerce kare çekiyorum ve soruyorum. NEDEN? NEDEN? diye.
Teknemizden inince doğru otele dönüp arkadaş olduğumuz Tuk Tuk sürücümüzle vedalaşıyoruz. Yarın sabah erkenden Saigon’a hareket edeceğiz. Ama önce karnımızı doyuruyoruz. Bu sefer otelin karşısındaki Hyundai İş Merkezinin altında yer alan lux bir cafeye gidiyoruz. Ben sadece Papua Yeni Gine Kahvesi ve muzlu kek sipariş ediyorum. Aslı ise salata tercih ediyor. Çıkışta iki tekerlekli trafiğin yoğunluğundan dolayı karşıya geçebilmek için bayağı zorlanıyoruz.

Sabah erkenden kalkıp otobüs için servis bekliyoruz. Gelmeyince Tuk Tuk’a atlayarak terminale gidiyoruz. Otobüsteki tek turist biziz. Otobüs yolculuğumuz 5-6 saat sürecek. Torbamız kumanya dolu(Sadece bisküvi var) Koltuk araları çok geniş. 15 USD’a harika bir yolculuk bekliyor bizleri. Muavinimiz çok şirin. Pasaportlarımızı istiyor. Vizemiz olmadığını görünce endişeleniyor. Durumu anlatınca rahatlıyor ve vizesiz girdiğimize göre önemli kişiler olduğumuzu sanarak sık sık gelip isteğimiz olup olmadığını soruyor. 2 saat sonra otobüsümüz bir otobüs istasyonunda duruyor. Burası nehir kıyısı. Yıllar öncesinin Türkiye’sine dönüyorum. Onlarca çocuk satıcı yiyeceklerle otobüse girerek satış yapmaya çalışıyorlar.Muavinin uyarısıyla herkes otobüse biniyor. O da ne? Otobüs bir feribota doğru gidiyor. Feribota giriyoruz. Bu yolculuğumuz çok kısa sürüyor. Zira sadece karşıya geçiriyor feribot bizleri. Bir süre daha gidiyoruz. Sınıra geliyoruz. Otobüslerden iniyoruz. Pasaportlarımıza çıkış damgası vuruluyor. Tekrar otobüslere biniyoruz. 2 dakika gitmeden bu kez otobüsten bavullarımızı alarak gümrüğe giriyoruz. İsimlerimiz okununca pasaportlarımıza giriş damgası vuruluyor ve Vietnam’a girişimiz gerçekleşiyor.

Vietnam yolculuğumuzu bir başka yazımda paylaşacağım.





2 yorum:

  1. Abidin-Lütfi bey,

    o kadar icten ve yürekten yazmisiniz ki, kendimi sanki birlikte seyahat etmis gibi hissettim.Böylelikle bilgi dagarcigimda biraz daha birikim oldu sayenizde!

    Tesekkürlerimi iletir, saygi ve selâmlarimi sunarim...

    Numan Ersüren
    familia-management "Main-Fair-Service"
    familia-management@gmx.de

    YanıtlaSil
  2. Samimi duygularınıza teşekkürler. Bloğuma üye olmanızdan onur duyarım.Uye olmanızı rica ediyorum.

    YanıtlaSil