14 Kasım 2012 Çarşamba

HER KÖŞESİ AÇIK HAVA MÜZESİ OLAN ÜLKE FAS (I.BÖLÜM-RABAT)

HER KÖŞESİ AÇIK HAVA MÜZESİ OLAN ÜLKE FAS (I.BÖLÜM-RABAT-TANCA)

Yine bir heyecan sardı hepimizi. Fas’a gitme kararı aldığımızda bir arkadaşım şöyle demişti. “ Fas öyle bir ülkedir ki anlatılmaz yaşanır. Ama sadece gideceğin ülkenin her yerinin açık hava müzesi olduğunu ve göreceğin görüntüler karşısında her dakika şaşıracağını bil ”. Diğer bir arkadaşım da “Büyülü Fas’a büyülenmemek imkansızdır. Kendini o büyüye bırak”. şeklinde bir ifade kullanmıştı.

Bizleri Kazablanka’ya ulaştıracak uçağa biniyoruz. Uçak yolculuğumuz İstanbul’dan yaklaşık dört saat otuz dakika sürecek. Yol boyu okuyorum.

Okuduklarımdan ;

Kuzey Afrika'da bir Berberi-Arap ülkesi olan Fas’ın başkentinin Rabat olduğunu, Ülkenin kuzeyinde yer alan İspanya ile arasında Cebelitarık Boğazının bulunduğunu, Hem Akdeniz'e hem Atlas Okyanusu'na kıyısı olan ve Afrika'nın Avrupa'ya yaklaştığı uçta yer alan Fas’ın İspanya’ya 14 km. uzaklıkta bulunduğunu,

Fas topraklarındaki Ceuta ve Melilla’nın İspanya'ya ait olduğunu,

Kuzey Afrika'da yer alan Atlas Dağlarının Fas topraklarından başladığını, dağların Fas'taki yüksekliğinin 4000 metreyi geçtiğini,

Ülkenin en eski yerleşik halkının Berberilerden oluştuğunu,

Nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğunu, bunun yanında Hıristiyan Katolik olan azınlık Fransızlar ile musevilerin bulunduğunu, 1948’den önce Fas'ta bulunan 200 bin Yahudinin tamamına yakınının İsrail’e göç ettiklerini,

İlkokul sonrası okullarda Fransızca eğitimi verildiğinden dolayı herkesin ana dili gibi Fransızca konuştuğunu,

Öğreniyorum.

Uçağımız Kazablanka’ya inişe geçiyor. Kazablanka’yı dönüşte keşfedeceğiz. Fas’ta programımız çok yoğun. Yorulacağız ama buna değeceğine eminim.

Rabat, Tanca, Cebelitarık Boğazı, Meknes, Fes, Ifrane, Marakeş, Essaouira, Kazablanka şehirlerini göreceğimiz Fas gezimiz başlıyor.

İlk olarak ülkenin kuzeyinde atlas okyanusunun kıyısında yer alan Fas’ın başkenti Rabat’tayız. Burası ülkenin politik ve idari merkezi.

İlk olarak Fas’ın bağımsızlığın mimarı olan V. Mohammed’in Mozolesine doğru yol alıyoruz. Mozole 12. yüzyıldan kalan bir caminin eski minaresi olan Hasan Kulesinin karşısında yer alıyor(Meraklısına Not : Hasan Kulesi Yakup El Mansur’un emriyle inşa edilen bir caminin minaresidir. İslam dünyası için Irak Samara’daki Cuma Camiinden sonraki en önemli camii olması öngörülmüştü. Yapımı 1195 yılında başlamış, kurucusunun ölümünden (1199) sonra inşaat terkedilmiştir. Ardından, Rabat halkının buradan aldığı malzemeler ve 1755 Lizbon depremi eseri daha da yıpratmıştır. 1956 senesinde sürgünden dönüşünde Mohammed V bağımsızlık sonrası ilk Cuma namazını burada kılmıştır. Cami çoğu yıkılmış olan dört duvar ile çevrelenmiş ve kuzey ve doğusunda dörder, güneyinde iki, batısında altı olmak üzere.on altı kapısı vardı. Ek yapılarıyla birlikte 183 metreye 140 metrelik bir alanı kaplıyordu. Minarenin ayağında uzanan derin sarnıçların (restore edilmiş) üstünde düzenlenmiş büyük bir avlusu ve devasa bir ibadet salonu vardı. Bu salonun 312 mermer kolon ve 42 mermer direği, yan revakları saymazsak 19 nef oluşturacak şekilde uzanıyordu. Hasan Kulesinin, Sevilla’daki meşhur Giralda ve Marrakech’teki Koutoubia ile mimari bakımdan akraba olduğu ilk bakışta göze çarpar. Her bir kenarı 16,20 metre, uzunluğu 44 metre olan kare bir yapıdır.) Bu Kule Fas’ta bizlere ilk göz ziyafeti yaşatıyor. Kızıl kumtaşından minaresi ve Rabat’a hakim mevkisi ile Rabat’ta hatta Fas’ta ilk görülmesi gereken yerlerden biri burasıdır diye düşünüyorum.

Mohammed V ve oğlu Hassan II’nin mezarlarının bulunduğu Mozoleyi ziyaret ediyoruz. Girişte ve çıkışta burada nöbet tutan özel giysili muhafızlar bizleri kendilerine fotoğraf çekimi için çağırıyorlar ve fotoğraf çekiminden sonra para istiyorlar. Özel kıyafetli Atlı Muhafızlarla fotoğraf çektiriyoruz. Burası Alaouite Hanedanı’na has cezbedici bir mimari ile karşımıza çıkıyor. İnce işçilik ürünü mermerler, bronz kaplı ahşap ve vitraylı tavanınn altında duran tabutlar bende ışık oyunlarıyla lacivert granit tabanın üzerinde sanki su üstünde duruyormuş hissi uyandırıyor. Duvarlardaki çok ince mozaiklere hayran kalıyoruz. Mozolenin yapımında Fas’ın konularında en iyi ustalarının çalıştığını ve en iyi malzemelerin kullanıldığını, mimarının ise mimarın ise Vietnamlı olduğunu öğreniyoruz.

Çıkışta Fas’lı bayanlar kına dövme için etrafımızı sarıyorlar. Otobüsümüze binerek Kraliyet Sarayı için yola çıkıyoruz. Almohad Kalesinin beş girişinden birisi olan Zaer Kapısından geçiyoruz. Zaer kapısının üst kısmında, sola Moussa Ibn Nossair Caddesine ardından geniş surların ardında gizlenen Kraliyet Sarayına doğru yol alıyoruz. Sarayın kentin merkezinde ve halkın sıkça önünden geçtiği ve de halka açık bir yer olması bizleri şaşırtıyor. İçeriye doğru yöneldikçe esas güzelliğin arkada saklı olduğunu görüyoruz. Sarayın ilerisinde Krala ait bir cami dikkatimizi çekiyor. Ne çok büyük ne de çok küçük olan bu caminin klasik İslam mimarisine iyi bir örnek olduğunu görüyoruz. Saray ile cami arasındaki meydanda toplanıyoruz ve fotoğraf çektiriyoruz. 18. yüzyılın sonuna doğru Sidi Muhammed Ben Abdullah tarafından yaptırılan Kraliyet Sarayı önündeki Saray Muhafizlarının fotoğraflarını çekmek yasak. Saray yolundaki sessiz asfalta hepimiz hayran kalıyoruz(Meraklısına Not : Sessiz asfalt, aynı büyüklükte kesilmiş özel taşlar ile Fransa'dan ithal özel imal edilmiş kauçuklu katkı maddesi içermektedir. Normal asfalt 5-6 santimetre kalınlığında uygulanırken, sesi emen asfalt 2,5-3 santimetre daha ince serilebilmektedir. Bu asfaltın, araçların lastik gürültülerini en az 5 desibel azalttığı bilinmektedir.)

Rabat’ın keşfinden sonra Atlas Okyanusu ve Akdeniz'in buluştuğu Cebelitarık Boğazı kıyısında kurulmuş olan Tanca'ya doğru hareket ediyoruz. Yolumuz uzun ve yol boyu Rabat hakkında bilgiler veren sevgili Rehberimiz Oktay KANTAR’ı dinliyoruz.

Bilgiler harika. Dinlediklerimden ;

Rabat tarihinin, Oued Bou Regreg'in kenarında bulunan Chellah ismindeki antik kente MÖ 300’lü yıllarda yerleşilmesiyle başladığının bilindiğini,

MS 40’ta Romalılar tarafından ele geçirilen kentin isminin Sala Colonia olarak değiştirildiğini,

1146 yılında Almohad Sultanı Abdal Mumin burayı İspanya’ya karşı saldırıların planlanacağı bir üsse çevirdiğini, Ortaçağ’da en parıltılı günlerini yine bir başka Almohad Halifesi Yaqub al-Mansour zamanında yaşayan kentin kısa bir süreliğine başkent olduğunu,

Bu süre içerisinde şehir duvarları ve Kasbah des Oudaias’ın inşa edildiğini, Dünyanın en büyük camisini yapmayı hedefleyen Mansour ölünce yapımın durduğunu ve yarım kalan Hassan Cami’nin Hassan Kulesi olarak günümüze kadar geldiğini,

13. yüzyılda Rabat’taki ekonomik gücün Fez’e kaydığını,1627 yılında Berberi Korsanların kontrolüne geçen kentin Sale ile beraber Bou Regreg Devleti olarak adlandırıldığını, her iki şehrinde seyreden gemilere saldırı için birer üs olarak kullanıldığını, Rabat’ın Birinci Dünya Savaşı'na kadar Alaouite Hanedanı yönetiminde kaldığını, Fas’ın Fransız himayesine geçişi ile beraber deniz yolunu kullanan Fransızların başkenti Rabat’a taşıdıklarını, bağımsızlıktan sonra da Kral Mohammed V’in başkent için Rabat’ı uygun görerek başkenti değiştirmediğini,

Rabat’ın Fas’taki kültürel zenginlikten fazlasıyla payını aldığını,

Fas’ın en büyük tiyatrosunun Mohammed V’in şehrin tam merkezinde bulunduğunu, şehirde bir çok resmi galeri ve bir de zengin sayılabilecek bir arkeoloji müzesi olduğunu,

Rabat’ın aynı zamanda bir festivaller şehri olup Mayıs ayındaki “Mawazine World Music Festival”, Haziran ayındaki “Uluslararası Alternatif Film Festivali” ve Kasım ayındaki “Plucked String Instrument Festival” inin bunlardan en önemlileri olduğunu,

Öğreniyorum.

Akşam saatlerinde otele ulaşıyoruz. Afrika kıtasının Avrupa’ya en yakın şehri Tanca’dayız. Gezginlerin görmesi gereken 50 yerden biri olarak anılan Tanca’ya ulaşır ulaşmaz kendimi İspanya’daymış gibi hissediyorum. 1913 yılında İspanyol işgaline uğrayan şehirdeki İspanyol Evleri ve halkın yaşam tarzı nedeniyle bu düşünceye sahip olduğumu düşünüyorum.


Fas’ın en önemli noktalarından birisindeyiz. Tam karşımızda Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in birbirinden ayrıldığı Cebelitarık Boğazı var bulunuyor. İki kıta arası tam 14 kilometre.

Hep birlikte Malabata Feneri’ne (Cape Spartel) gidiyoruz. Burasının en önemli özelliği Atlas Okyanusu ve Akdeniz’den gelen suların bir araya gelmesine karşın karışmaması.

Daha sonra Herkül mağarasına giderek suların aşındırmasıyla meydana çıkan Afrika Haritası şeklindeki mağara ağzını görüyoruz. Burada mitolojik kahraman Herkül’ün yaşadığına inanılıyor.

İspanya’ya en yakın olan nokta olduğu için “Avrupa’nın giriş kapısı” denilen Tanca’dan İspanya’nın El-Ceziras şehri arasındaki deniz yolculuğunun 35 dakika olduğunu, Tanca’nın komşuları olan Septe ve Melilla şehirlerinin Fas topraklarında olmasına karşın İspanya’ya ait bulunduğunu, Ortaçağın en büyük seyyahlarından İbrâhîm Tancî(İbni Batuta) Tanca şehrinde doğduğunu öğreniyorum.

Tanca'nın eski yerleşim alanı olan Medine bölgesini geziyoruz. Öğle yemeğinde Kuskus var. Yemekten sonra yola düşüyoruz. Önce Meknes’e uğrayacağız. Akşam ise Fes’te olacağız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder