13 Haziran 2012 Çarşamba

VİLNİUS'TA UFAK BİR GEZİ.....

Sabah erkenden odalarımızı boşaltarak otobüse biniyoruz. Yolculuğumuzun en yorucu olacak ve otobüste geçecek bölümünü yaşayacağız bugün. Yaklaşık 7-8 saatlik bir otobüs yolculuğu var önümüzde. Otobüste herkes mutlu ve seyahatimiz çok eğlenceli geçiyor. Sabah internetten Bursaspor’un Beşiktaş’ ı 2-1 yendiğini, Fenerbahçe’nin de Trabzonspor ile 1-1 berabere kaldığını, bunun sonucunda da Bursaspor’un şampiyon olduğunu öğrenip bunu grubumuzla paylaşınca da otobüsteki konu futbol ve şampiyonluk oluyor. Yol boyu otobüste Galatasaray,Beşiktaş ve Trabzonspor’u tutanların Fenerbahçelileri kızdırmalarına tanık oluyoruz.

Daha önce Minsk ve Riga’dan karayolu ile geçtiğim Vilnius’a bu gidişimde okumak için bol bol doküman getirmiştim. Yol uzun olunca okumaya bol vakit var.

Litvanya ile ilgili okuduklarımdan;

Litvanya’nın 11 Mart 1990 senesinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinden bağımsızlığını kazanan ilk ülke olduğunu,

Litvanya’lıların soyunun Milattan Önce 2500 yıllarında bu bölgeye yerleşen Baltık halklarından geldiğini,

Litvanya’nın 13. yüzyılda Litvanya Grandüklüğü kurulmasından sonra Hristiyanlığı kabul ettiğini, Kral Jogoila’nın Lehistan (Meraklısına Not: Osmanlı Polonya’lılara Leh derdi) Kraliçesi ile evlendikten sonra iki ülkenin kader birliğine başladığını, 1569 yılında tek bir ülkeye, 17. yüzyılda da Lehistan İmparatorluğu’na dönüştüğünü,

Bu imparatorluğun 18.yüzyılda Rus Çariçesi II.Katerina tarafından haritadan silinerek Rusya’ya katıldığını,

Litvanya’nın Nazi işgalinden sonra II. Dünya Savaşının bitiminde bağımsızlığına kavuştuğunu, ancak daha sonra S.S.C.B tarafından işgal edildiğini ve 1990 yılına kadar S.S.C.B’ne bağlı olduğunu,

Litvanya’nın Avrupa'nın en hızlı gelişen ekonomilerinden birine sahip olup NATO, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği üyeliğinin bulunduğunu,

Vilnius’un 2009 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçildiğini,

Tarihte "Litvanya" ismine ilk rastlanılan tarih olan 1009 yılının bininci yıl dönümünün ülke genelinde çeşitli etkinliklerle kutlandığını,

Öğreniyorum.

Yol uzun ama dostlarla olunca çabuk geçiyor. Hareketten 8 sonra Vilnius’tayız.Önce otelimize yerleşiyoruz. Otelimiz oldukça merkezi. Şehri hemen keşfe başlıyoruz. Yürüyerek Vilnius Katedralinin bulunduğu alana gidiyoruz. Burasının Sovyetler Birliği döneminde 1989 yılına kadar galeri olarak kullanıldığını söylüyorlar. 1989 yılına gidiyorum bir anda. Televizyonda izlediğim ve Vilnius, Riga ve Talin arasındaki 650 kilometre uzunluğundaki karayolunda elele oluşturulan İnsanlık Zinciri görüntüsü ve S.S.C.B’ni protestoyu hatırlıyorum. Bu meydan önemli bir meydan insanlık tarihi için. 650 km boyunca insanlar elele tutuşarak bir zincir oluşturmuşlar ve bu meydanda da zincir bitmişti.Daha sonra da S.S.C.B’nden kopmalar ve bağımsızlık ilanları başlamıştı.

Katedralin bulunduğu meydanda oturup sandviçimi yerken düşünüyordum bunları. Sandviçim bitince Katedralin arkasındaki parkın içine doğru yürüyorum. Bu park bizleri Gediminas Kalesine götürecek. 48 metre yükseklikteki parka çıkmak yürüme alışkanlığı olmayanlar için zor ama Allahtan park içerisi güneşten korunaklı. Kalenin bulunduğu tepeye ulaşınca Vilnius’un kuşbaşı görüntüsünün hepimizi dinlendirdiğini ifade etmeliyim.Tepeden şehri kesen Neris Nehrinin karşısındaki “3 Haç” tepesini görüyorum. Buraya 17. yüzyılda dikilen ilk haçın Stalin döneminde kaldırıldığını, ancak bağımsızlık ilanı olan 1988’den itibaren buraya yeni haçların konulduğunu bir kitaptan okuduğumu hatırlıyorum.

Gediminas Kalesinin inişinde Gediminas Heykeli gölgesinde dinlenip hep beraber Vilnius Üniversitesine doğru hareket ediyoruz. Bu üniversitenin Orta ve Doğu Avrupa'nın en köklü ve ünlü üniversitelerinden olduğunu bildiğim için özellikle ziyarette bulunmak istemiştim.

Vilnius Üniversitesinin, 1570 yılında açılan Cizvit Okulu'nun Kral Stephan Bathory'nin talimatıyla Academia et Universitas Vilnensis Societatis Jesu'ya çevrilmesiyle 1579 yılında eğitime başladığını, 1753'e kadar bir çok değişiklik yaşayan eğitim kurumunun bu tarihten itibaren modern bir üniversite halini aldığını, okulun mezunları arasında Latin felsefeci Mathis Casimiris Sarbievius, Nobel ödüllü Czeslaw Milosz ve İstanbul'da hayatını kaybeden Polonya'lı şair Adam Mickiewicz’in olduğunu, ( Meraklısına Not: Adam Mickiewicz’in kendisinin adını taşıyan müze Tarlabaşı'ndadır), okulun tarihinin Litvanya ile bire bir örtüştüğünü, önce kilise etkisi, sonra Polonya, sonra Rusya, sonra tekrar Polonya, sonra tekrar Rusya, bir dönem Nazi, yine Rusya etkisinde kaldığını, 1988 yılında Litvan kimliğine kavuştuğunu öğreniyorum.

Üniversiteden içeriye giriyoruz. İçerisi tamamen tarih kokuyor. Üniversitenin ana kampüsü Vilnius'un tam göbeğinde.

Üniversitenin Filoloji Fakültesinde Türk Dili eğitimi veren bir bölümün bulunduğunu, Oryentalizm Merkezinde ise Türkoloji bölümünün olduğunu reberimizden öğreniyoruz. Ayrıca, Türkiye’den Abant İzzet Baysal, Anadolu Üniversitesi,Atatürk Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi,Balıkesir Üniversitesi,Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Erzincan Üniversitesi, Fatih Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Haliç Üniversitesi, Işık Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi,Kafkas Üniversitesi, Sütçü İmam Üniversitesi, Kastamonu Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi, Doğuş Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi ve Yıldız Üniversitesi ile Vilnius Üniversitesi arasında Erasmus Anlaşması, Ankara Üniversitesi ile de öğrenci değişim programlarının olduğunu öğreniyoruz. Grubumuzdaki tüm öğrencilere mutlaka Erasmus programlarını takip etmelerini öneriyorum (Meraklısına Not: Erasmus programı, yükseköğretim kurumlarının birbirleri ile işbirliği yapmalarını teşvik etmeye yönelik bir Avrupa Birliği programıdır.Yükseköğretim kurumlarının birbirleri ile ortak projeler üretip hayata geçirmeleri; kısa süreli öğrenci ve personel değişimi yapabilmeleri için karşılıksız mali destek sağlamaktadır. Bunun yanı sıra yükseköğretim sistemini iş dünyasının gereksinimlerine uygun olarak geliştirmek ve üniversite mezunlarının iş dünyasında istihdam edilebilirliğini arttırmak amacıyla yükseköğretim kurumları ile çalışma çevreleri arasındaki ilişkilerin ve işbirliğinin arttırılmasını da teşvik etmektedir.

Erasmus programı, Hayat boyu Öğrenme Programına dahil ülkeler olan Avrupa Birliği üyesi 27 ülke, Avrupa Birliğine üye olmayıp Avrupa Ekonomik Alanı üyesi İzlanda, Lihtenştayn, Norveç ve Avrupa Birliğine aday ülkeler arasında yer alan Türkiye ve Hırvatistan ile İsviçre yüksek öğretim kurumlarının istifadesine açıktır. Erasmus programı çerçevesinde gerçekleştirilecek bütün faaliyetlerde, taraflardan en az birinin Avrupa Birliği üyesi ülke kurumu olması şartı aranmaktadır.

Ülkelerin ilgili resmi kurumlarınca yükseköğretim kurumu olarak kabul edilen üniversite, enstitü, akademi ve benzeri kurumlar, Avrupa Komisyonu Eğitim ve Kültür Genel Müdürlüğü'nün ilgili birimi olan Komisyon Yürütme Ajansı'na (The Education, Audiovisiual and Culture Executive Agency - EACEA) başvurarak Erasmus Üniversite Beyannamesi - EÜB (Erasmus University Charter - EUC) almaya hak kazandıkları takdirde, bu kurumların öğrenci ve personeli Erasmus programından faydalanabilir. Öğrenci staj hareketliliği gerçekleştirmek isteyen kurumların Genişletilmiş EÜB (Extended EUC) alması gerekmektedir.

2010-2011 akademik yılından itibaren geçerli olmak üzere, EÜB sahibi kurumların Öğrenci ve Personel Hareketliliği faaliyetlerinden yararlanacak bireylerinin:

-Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları ya da,

-Başka ülkelerin vatandaşı olmakla birlikte Türkiye'de bir okulda, meslek okulunda, yükseköğretim kurumunda veya yetişkin eğitimi veren bir kurumda kayıtlı öğrenci olmaları veya ilgili yasalar ve mevzuatlar çerçevesinde Türkiye'de bir işte çalışıyor olmaları veya Türkiye'de yaşıyor olmaları gerekmektedir.

Hayatboyu Öğrenme Programı'nın ilk yılı olan 2007/2008 akademik yılından beri tüm Avrupa'da 2000'den fazla yükseköğretim kurumu Erasmus programına katılabilmektedir. Alınan EÜBler, iptallerini gerektirecek bir durum olmadığı takdirde, 2013 yılına kadar geçerliliğini koruyacaktır. Kurumlar, her yıl Komisyonun ilan ettiği son tarihe uygun olarak başvuruları açtığı tarihten itibaren başvuruda bulunabilirler.)

Bu gezinin bizlere en büyük kazancının geziye katılan öğrencilerin Erasmus programlarının ne kadar önemli olduklarını kavramaları olduğunu söyleyebilirim. Nitekim gezi sonrası bu programa dahil olan öğrencilerin olduğunu ve halen eğitimlerini sürdürdüklerini bilmenin mutluluğunu da paylaşmak isterim.

Üniversiteden ayrılarak Old Town’da dolaşıyoruz. Sonrasında Katedralin önündeki ana caddeden şehrin modern tarafına geçiyoruz.

Ben gruptan ayrılarak bir taksiye binerek şehrin 25 kilometre uzağında bulunan Trakai’ye gidiyorum.Bir gezgin için en önemli konu keşiflerde çok az kişinin bildiği yerlere gitmek, insanlarla tanışmaktır. Nasıl ki Masailer,Kızıldereliler,Eskimolarla oturmak,sohbet etmek gezginler açısından önemlidir. Litvanya’da da bugün sayıları 200 olan Hazar Boyu'na mensup  ve Litvanya’ya 600 yıl önce gelen Karay’lar o kadar önemlidir. (Meraklısına Not: Litvanya'ya 600 yıl önce Grand Duke Vytautas tarafından getirildiği söylenen Hazar Boyu'na mensup Karay’lar Vytautas zamanında sınırları Karadeniz'e inen Litvan İmparatorluğu'nu korumak amacıyla savaşçılıkları ile nam salan Türkler'in, Kırım'dan getirilerek sınır boylarına ve bir kısmının da sarayı korumak amacı ile Trakai'ye getirildiği kaynaklarda yer almaktadır. 14. yüyıldan bu yana Litvanya'da yaşayan bu Türkler'in çoğunluğu müslüman olsa da Trakai'dekiler musevi inanışını benimsemişlerdir.Bugün Vilnius’a 25 kilometre uzakta 200 e yakın Karay yaşamaktadır. Karay kelimesinin Arapça & İbranice kökenli, "okumak - kıraat etmek" anlamına gelen Karae'den geldiği söylenir. Diğer Yahudiler gibi, Tevrat'a inanmayıp Eski Ahid'i baz aldıkları için, Hazar Musevileri'ne bu adın verildiği kabul edilir. (Tevrat'ın tahrip edildiğine inanırlar, 10 Emir'i uygularlar.) Mezheplerinin kurucusu Bağdat'lı bir haham olan Anan Ben David'dir. Tevrat tahrip edildiği için yeni bir mezhep kuran Ben David, şikayet üzerine hapse atılır. Cezaevinde oda arkadaşı, Hanefilik mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanefi'dir. Mezhebinin temelini oluştururken, ondan çok etkilendiği söylenir. Hz. İsa'yı ve Hz. Muhammed'i de peygamber olarak kabul ederler. İbadethaneleri (Kenesa) İslami motifler barındırır ve biz gibi ayakkabısız girerler. Tanrı'larına, diğer Yahudiler gibi Yehova değil, "Tengri" derler. Günümüzde, çeşitli coğrafyalara yayılmış olan Karay'ların Türkiye'deki temsilcileri Hasköy civarında yaşarlar. (Karaköy'ün adını Karay'lardan aldığı kabul edilir.) Sefarada mezarlığının bir köşesinde Karay'lara ayrılmıştır)

Trakai’de müthiş bir göl ve gölün ortasında kale var. Kalenin içerisine giriyorum. Müzede Türk ve Müslüman izleri hakim. Kaleden çıkışta bana verilen adresi arıyorum.

İşte burası adresi buldum….

KYBYNLAR…..

Merdivenlerden çıkıyorum. Burası sanki Türkiye….. Menüye bakmıyorum bile. Türkçe müzik çalıyor. Kuzu Kıbın söylüyorum. Aslında bu bildiğimiz kuzu kapama. Sovyetler Birliği döneminde yapılan nüfus sayımında sadece 2.602 kişi kalmış olduğu anlaşılan Karay halkından 200 kişinin yaşadığı topraklarda dolaşıyorum. Anlaşma olanağım olanlarla sohbet ediyorum ve beni bekleyen taksi ile Vilnius’a dönüyorum.(Bu yazım Vilnius'la ilgili ikinci yazım ilkini  http://abidinlutfidemir.blogspot.com/2012/03/minskten-ve-rigadan-karayoluyla.html   adresinden okuyabilirsiniz).

Ertesi gün Riga’ya hareket edeceğiz. Yolumuz üzerinde önce Rundale kalesi olacak. Yine yorucu ama keyifli bir gün olacak diyebilirim. Gezi grubumuzun üyelerinden Tuğrul Velidedeoğlu ve sevgili eşi Gülen Velidedeoğlu'nun bugün evlilik yıldönümleri. Akşam güzel bir restorana gidiyoruz. Sağlıkla,mutlulukla ve şansla dolu yıllarda hep birlikte olmak dilekleriyle güzel çifti kutluyoruz.

Riga’da görüşmek üzere….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder