7 Ağustos 2012 Salı

İLKLERİN İMPARATORU HUANG'IN TOPRAK ASKERLERİNİN VATANI XİAN...

Harika bir güne uyanıyoruz. Gerçi saat sabahın 5 i ama olsun. Kahvaltılarımızı kumanya olarak alıyoruz ve havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Bavullarımız bizden önce alanda. Yorulmadan Xian’a hareket ediyoruz. Bir saat kırk dakikalık uçuş sonrası Çin’in eski başkenti ve İpek Yolu’nun doğudaki son noktası olan Xian’a varıyoruz. Alanda yerel rehberimiz bizleri karşılıyor. Uçak çok fazla rotar yaptı. O nedenle doğruca öğle yemeği için lokantaya gidiyoruz. Öğlen yemeğinde patates kızartmasına talep çok fazla. Yemeğimiz bitti şimdi keşif zamanı.

Hep beraber M.S. 1370 yılında inşa edilmiş olan antik Şehir Duvarlarını ziyaret ediyoruz. Chang Hanedanı döneminde, MÖ.194 yılında yapılan surlara hayran olmamak mümkün değil. Xian şehrinin tamamen surlarla kaplı olduğunu ve surların 25 kilometre boyunca devam ettiğini öğreniyoruz. Manzaraya hayran olmamak mümkün değil. Fotoğraf çekiyoruz bol bol.

Sırada M.S. 652 yılında yapılmış olan Büyük Vahşi Kaz Pagodası ziyareti var. Burası, Xuanzang’ın meşhur rahibi tarafından Hindistan’dan getirilen büyük miktardaki Budist metinlerini barındırıyor. Tapınağın önünde Keşiş Xuanzang’ın heykelini görüyoruz. İçeriye girdiğimizde sıcağın artması nedeniyle kendimizi güneşten korumanın yollarını arıyoruz. Tang İmparatoru Gaozong öldüğünde oğlu imparator Zhongzong tarafından babası onuruna yaptırılan bu tapınakta Budist rahiplerle fotoğraf çektiriyoruz.

Akşam yemeği öncesi otelimize gidiyoruz ama dinlenme fırsatımız fazla olmuyor. Otelimizin adı Jianguo Hotel.Seyahatimizin her dakikası fazlaca dolu. Akşam Çin Mantısı eşliğinde Tang Hanedanı Show’unu izliyoruz. O renkler ve kostümler. Görsellik harika. Mantı ise enfes. Gözümüz,ruhumuz midemiz ziyafetten fazlaca nasibini alıyor.

Akşam otele gittiğimizde okumaya başlıyorum. Okuduklarımdan;

Xian’ın Çin’ce isminin Pinyin olduğunu, başkent olduğu dönemde dünyanın en büyük şehri olarak kabul edildiğini,

Tarihi İpek Yolunun başlangıcı olması nedeniyle eski dönemlerde herkesin bu şehre geldiğini, imparator tarafından beğenilmek için ressamlar, şairler, edebiyatçılar, aşçıların sürekli biribirleriyle yarıştıklarını, bu nedenle de şehirde kültürün çok geliştiğini,

Öğreniyorum.

Yine dolu geçecek bir güne uyanıyoruz.

Toprak Askerler ya da Terrakotta Ordusunu görmeye gidiyoruz.

1974 yılında bir köylünün tesadüfen bulduğu ilk Çin İmparatoru Qin Shi Huang’ın mezarı ve mezarı koruduğuna inanılan asker ile at heykellerinden oluşan Terrakotta Ordusunu görme heyecanı tüm grubumuzu sardı.

3 bölümden oluşan müzeye giriyoruz. İlk olarak 1 numaralı bölümdeyiz. Ön tarafta askerleri arkada ise savaş arabalarını görüyorum. Askerleri yüzlerindeki ifade birbirlerinden farklı. Heykelllerin yüzleri birbirine benzemiyor. Harika. Hepsi bir sanat eseri.

Burası çok büyük bir uçak hangarı gibi.Heykellerin açık havada bozulması nedeniyle bu yapının inşa edildiği söyleniyor. İçeride Terrakotta Askerleri orijinal savaş düzeninde sıralanmışlar(Heykelerin bir bölümü burada bulunmaktadır. Bu konuda Meraklısına Not kısmını okumanızı tavsiye ediyorum).

Yürürken daha dikkatli bakıyorum. Her savaşçının sadece yüz ifadesi değil saçları,şapkası,bıyığı,kıyafeti de birbirinden değişik. Bu durum esasında bizlere eserlerin her birinin ayrı ayrı yapıldığını, fabrikasyon bir imalat olmadığını gösteriyor.

1 numaralı bölümden çıkarak 2 numaralı bölüme giriyoruz. Bu bölümdeki kazıların halen devam ettiğini fark ediyoruz. 89 savaş arabasını çeken 356 at, 116 binek atı ve 900 asker heykelini görüyoruz. Heykellerin esasında renkli olduğunu ancak havayla temas sonucunda renklerin renklerin varlığını muhafaza edemediğini öğreniyoruz.

Şimdi 3 numaralı binadayız. Burada, savaş kıyafetleri giymiş ve komutan düzeyindeki 68 heykel görüyoruz.

Üç bölümden toplam 8000 den fazla asker-at-savaş arabası, silah çıkarıldığını öğreniyoruz. Alanı gezmek üç saatimizi alıyor. Sıcağa rağmen yorulmuyoruz(Meraklısına Not: UNESCO Kültür Mirasları listesinde bulunan Terra Kotta askerleri, 1970'li yıllarda ilk kez bölgede süren kuraklık sırasında kuyu açmak üzere çalışan 4 işçi tarafından bulundu ve önceden hakkında kesin bilgi olmayan yer altı ordusunu ortaya çıkarmak için arkeolojik çalışmalar başlatılmıştır.

Askerler ve mezar bölgesinin keşfini müteakip başlatılan çalışmalar bu askerlerin sıradan toprak asker ve heykeller olmadığını da ortaya çıkarmıştır. Zira yaklaşık 8 bin kişilik olduğu tahmin edilen dev yer altı ordusunun dönemin silahları, topraktan atları ve diğer araç ve gereçleriyle birlikte gömüldüğü ortaya çıkarılmıştır. Terra Kotta'ların en büyük ve şaşırtıcı özelliklerinden birisi her birinin yüzünün farklı olarak yapılmasıdır. İmparatorun ordusunda bulunan binlerce askerin heykeli, kıyafetlerinden ten rengine kadar, yüzleri bire bir taklit edilerek yapılmıştır. Halen küçük bir bölümü gün ortaya çıkarılan askerlerin tamamı, heykellerin kimyası halen çözülemediği için gün yüzüne çıkarılmamaktadır. Bunun başlıca nedeni heykellerin bir hafta içinde orijinal hallerini kaybederek toprak rengine dönüyor olmalarıdır.

Dev yer altı ordusundan bugüne kadar iki bin civarında askerin gün yüzüne çıkarıldığı, ancak boya ve renk hususunun hala gizemini koruması nedeniyle 6 bin civarındaki askerin yerleri tespit edildiği halde gün yüzüne çıkarılmadığı belirtilmektedir. Terra Kotta askerlerinin halen üç ayrı çukurda sergilendiği belirtilirken çukurlardan en büyüğü ağırlıklı olarak piyade askerlerin heykellerinden oluşan 1. Bölümdür. Bu gizemli ordu ayrıca sıradan bir şekilde dizilip, gömülmemiştir. Farklı rütbelerde ve sınıflarda olan askerler dönemin en ileri savaş nizamına ve stratejisine uygun şekilde, savaş meydanında savaşa hazır konumda durmaktadır.

Ordu, okçu birlikleri ile öncü, orta ve arka birliklerin yanı sıra destek birimlerinden oluşmaktadır. Çukurların birinde de imparatorun merasim taburu kendi düzeni içinde bulunmaktadır. Askerlerin yanında döneme ait 10 bin civarında bronz silah da durmaktadır. Dev yer altı ordusu bir define olarak nitelendirilmekte ve içerisinden çıkan unsurlarla o dönemin teknoloji, sanat ve kültür dünyasına ışık tuttuğu belirtilmektedir. Terra Kotta savaşçıları olarak da adlandırılan askerlerin ellerinde savaş öncesi hazır durumda tuttukları silahlarla gömüldüğü, silahların gerçek ve bronzdan olması nedeniyle günümüze kadar bozulmadan ulaşabildiği ifade edilmektedir.

Toprak askerlerin yapılış tekniği de dönemin teknolojisinin ne kadar ileride olduğunu gösterdiğine dikkat çekmektedir. Her bir asker ve atın kile şekil verilmek suretiyle yapıldığı, ardından heykellerde açılan bir delikle 300 ile 900 derece arasında fırınlandığı belirtilmektedir. Uzmanlar,deliklerin yüksek sıcaklıklarda çömleklerin patlamaması için açıldığını ve daha sonra kapatıldığını ifade etmektedirler.

İmparatorun mezarı ve Terra Kotta askerleri günümüzde hala gizemini koruyan dünyadaki eşsiz eserlerden biri olmasının yanı sıra yapılışındaki gizemleri ve azametiyle de ilginç bir hikayeye sahiptir. Tarihçiler, Terra Kotta'ların M.Ö. 210 yılında yapıldığını savunmaktadırlar. Çin'de "ilklerin imparatoru" olarak bilinen Çin Şı Huang, dönemin Cao beyliğinde doğmuş ve birçok beylikten oluşan tüm coğrafyadaki Çin uluslarını ilk kez birleştirerek tek devlet adı altında toplayan imparator unvanı alan ilk lider olarak tarihe geçmiştir. İmparatorun Çin'in 13 yaşında tahta geçtiği, aynı zamanda Çin Seddi'nin inşasını da başlatan imparator olduğu belirtilmektedir. Yapımında 700 bin civarında işçinin çalıştığı dev mezar 37 senede yapılmıştır. Bölgede 600 civarında yer altı ordusunun bulunduğu bunlardan 25'inin açıldığı tespit edilmiştir. Açılmayan birçok çukur hala gizemini korumaktadır. Açılan bazı çukurlar ise dev odalardan oluşmaktadır. Çukurların boş olma nedeninin imparatorun ani bir hastalıktan ölümü nedeniyle projesini tamamlayamaması şeklinde açıklanmaktadır.

Bu dev mezarı ve yer altı ordusunu yaptıran imparatorun o dönem çalışan tüm işçileri ya yaktırarak ya da kendisiyle beraber gömülmek üzere öldürttüğü de anlatılmaktadır.

İmparatorun mezarı yerin 36 metre altında bulunmaktadır ve bu ordunun öldükten sonra kendisini koruyacağına inandığı kaydedilmektedir).

Öğle yemeği için Müzeden ayrılıyoruz. Yemek sonrası hep beraber Çin’in en büyük camisi olan ve mimarisi ile hepimizin ilgisini çeken Büyük Cami’ye (Daqingzhensi) gidiyoruz. Cami'nin 742 yılında yapıldığını öğreniyoruz. Cami Çin mimarisinin tüm özelliklerini taşıyor. Burası bir külliye gibi yapılmış. Caminin minaresi 3 şerefeli. Halen ibadete açık olduğunu görüyoruz . 1000 kişinin aynı anda ibadet edebileceğini öğreniyoruz. Şahane eserden çıkıp alışveriş için mola veriyoruz. Akşam saatlerinde buluşarak yemeğe oradan da otele dönüyoruz. Yarın sabah erkenden Guilin’e yolculuk var.

Bakalım Guilin’de bizleri neler bekliyor. Guilin’de görüşmek üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder