3 Ağustos 2012 Cuma

DÜNYANIN EN PAHALI ŞEHİRLERİNDEN OSLO’DA GÜNEŞİN BATTIĞINA TANIKLIK EDEMEMEK…

DÜNYANIN EN PAHALI ŞEHİRLERİNDEN OSLO’DA GÜNEŞİN BATTIĞINA TANIKLIK EDEMEMEK…
 
Uzun zamandır yeniden gitmek istediğimiz İskandinavya’ya bu kez güneşin hiç batmayacağı tarihlerde gidecek olmanın heyecanı sardı bizleri. Seyahatimizin ilk durağı Oslo olacaktı. Oslo’da 2 gece kaldıktan sonra trenle Bergen’e geçip 2 gece orada kalmayı ve elbette Flam trenini kullanarak Flam’a gitmeyi, Flam’da fiyord gezisi yapmayı, Bergen’den uçakla Stockholm’e giderek 2 gün kalmayı, oradan da uçakla Kopenhag’a geçerek 3 gün de bu şehri keşfetmeyi planladık. Yani cennetin kuzeyine yapacağımız bu yolculuk 9 gece 10 gün olarak dolu dolu geçecekti. Her zamanki gibi otelleri ve uçak ile tren biletlerimizi çok önceden aldık. İskandinavya’nın çok pahalı olması ve gideceğimiz döneminde en yüksek sezon olması nedeniyle bu seyahatin planladığımız rakamın üzerine çıktığını sizlerle paylaşmak isterim.

Bakalım bizleri neler bekliyor?

Lufthansa Havayollarıyla Ankara’dan Münih aktarmalı Oslo’ya geliyoruz. Oslo Havaalanı şehre uzak. Otele gitmek için tren bileti alıyoruz. Aldığımız bu tren biletinin Oslo’da kaldığımız süre içerisinde hem tren hem de otobüslerde geçerli olacağını öğreniyoruz. Trenin son durağında inerek otobüslere yönlendiriliyoruz. Sarı yelekli görevliler her yerdeler ve her an yardım ederek sizin yanlış yere gitmenize engel oluyorlar. Otobüsümüzün şoförü bayan. Verdiğim valizi kaldırarak otobüsün bagajına yerleştiriyor. Otobüs hareket ederek merkeze doğru yol alıyor. Bir süre sonra yine iniyoruz. Otelimiz artık buradan cok yakın.Sorduğumuz Norveçliler yürüyerek gidebileceğimizi söylüyorlar. Yürümeye başlıyoruz. Otelimiz Radisson Blu Park Hotel. Bir türlü karşımıza çıkmıyor. Yoldan geçen araçlar arasında taksi de yok. Bu arada yoldan geçen bir gence soruyoruz kalan mesafeyi. Daha devam diyor. Ben önde valizler arkada gidiyoruz. Yakın denilen yere 40 dakika oldu halen yürümekteyiz. Çölde göl veya deniz görmek nasıl imkansız ve serapsa Oslo’da da taksi görmek serap oldu bizim için.Ama durun oda ne serapta olsa üzerinde “Taxi” yazan bir araç geliyor karşıdan..Serap mı bu derken durduğunu görüyoruz. Hayır bu serap değil. Aslıhan’la hemen biniyoruz.Taksinin arkasında “O Şimdi Asker” yazıyor ama sürücüsü Türk değil. 3 dakika sonra oteldeyiz. 40 dakikalık zorunlu bir yürüyüş sonrası taksiyle 3 dakika sonra otele ulaşıyoruz. 3 dakika için ödediğimiz ücret 100 Norveç Kronu(13,5 €). Nasıl bozulduğumu söylememe gerek yok sanırım.

Yorgunuz. Hemen odamıza çıkıyoruz. Ancak, otelimizin ormanın içerisinde ve Kuzey Atlantik Denizinin tam kıyısında Oslo Fiyorduyla çevrili olması karşısında diriliyoruz. Sanki sabaha karşı 3 de uyanan biz değiliz. Orman içerisinde yürüyüş yaparak otobüs durağına ulaşıyoruz. Gelen otobüs bizi merkeze kadar götürüyor. Karl Johans Caddesinde Oslo Tren İstasyonu önünde otobüsten iniyoruz.

Karl Johans Caddesinde yürümeye başlıyoruz. Burası Oslo’nun en meşhur caddesi. Sonuna kadar yürüyelim diyoruz. Önümüzde sadece yayalara açık olan ve alışveriş dükkanlarının olduğu bölge çıkıyor. Yürürken sağda kafesiyle meşhur olduğunu okuduğum Grand Hotel önünden geçiyoruz. Karşımıza ilk olarak Parlamento Binası çıkıyor. Milli Tiyatro, Üniversite’yi geçerek Kraliyet Sarayına ulaşıyoruz. Cadde bitiyor. Dönerken ara sokaklardan geçelim diyoruz. Birden Ulusal Müze karşımıza çıkıyor. Hemen giriyoruz. Muhteşem bir resim koleksiyonuna sahip olan bu müzede Cezanne, Gauguin, Van Gogh, Matisse ve Picasso’nun eserlerinin seyrine doyum olmuyor. Edvard Munch’un çok meşhur olan "Çığlık" tablosunu görüyoruz(Meraklısına Not: Edward Munch Oslo’ya 24 bin eser bırakmıştır. Bunların çoğu 1963’te adına açılan müzede sergilenmektedir. Beş yaşında annesini kaybeden ve çocukluğu hastalıklarla geçen sanatçının acıları eserlerine yansımıştır. Munch Müzesi’ndeki "Çığlık" 2004’te çalınmıştır. Hırsızlar yakalanıp eser yerine konulana kadar olay Norveç halkı tarafından çok önemsenmiş ve siyasi otoritenin hırsızları bulması için baskı yapılmıştır. Ayrıca, "Çığlık"ın bir başka versiyonu da Edvard Munch Müzesi’nde sergilenmektedir).
  
Cadde bitti şimdi Oslo Limanındayız. İlk olarak sahildeki Belediye Binası dikkatimizi çekiyor. Önünde fotoğraf çekildiğini fark ediyoruz. Burası Nobel Barış Ödülünün verildiği salonun bulunduğu bina olmalı diye düşünürken. Düşüncemin doğru olduğunu anlıyorum. (Meraklısına Not: Bu binada sadece Nobel Barış Ödülü verilmektedir. Diğer Nobel ödülleri ise Stokholm’deki Belediye Binasında dağıtılmaktadır. Nobel Barış Ödülü, Alfred Nobel’in vasiyeti uyarınca, her yıl ulusların ve halkların kardeşliği, silah ve orduların azaltılması ve barış kongreleri düzenlemek için en çok çaba sarf eden kişi, kişiler veya kuruluşlara verilir.Nobel Barış Ödülü Oslo'daki Norveç Nobel Komitesi tarafından verilir. Bu komitenin üyeleri Norveç Parlamentosu tarafından seçilir)
Belediyenin yanında bulunan Akershus Kalesinin 1299’da yapıldığını ve içerisinde Nazilerin yaptığı zulmü gösteren bir Direniş Müzesi bulunduğunu fark ediyorum. Ama saat müzeyi ziyaret etmemiz için uygun değil. Eskiden tersane olan Aker Brygge’deyiz. Manzara inanılmaz. Kalabalığın arttığı fark ediyoruz. Saat 18.00 ama güneş tam tepemizde.

Yürümeye devam ediyoruz. Oslo Opera Binası önündeyiz.Mimarlık şaheseri bu yapıyı görünce ODTÜ Öğretim Üyesi sevgili dostum Kadri ATABAŞ’ı anıyorum. Öğrencilerine fotoğraf çekerek mimari şaheserleri göstermek için yurtdışındaki çabaları aklıma geliyor. Gelecek yıl beraber buraları tekrar göreceğimiz için seviniyorum.

Çok sayıda ödül alan mimarlık şaheseri olan Oslo Opera Binası için 500 milyon Euro harcandığını, sadece bu binayı görmek için Oslo’ya gelen turistler olduğunu, dünyada çatısında yürünebilen tek opera binasında bir gün opera veya bale izlemeyi diliyorum.

Binanın temel sahasının uluslararası standartlarda dört futbol sahasına eşit olduğunu, binada 1100 odanın bulunduğunu eşimle paylaşıyorum. Birlikte 32 metre yüksekliğindeki çatıya çıkıyoruz. Çatının keyif verici yatay, dikey ve köşegen hatlar ile tasarlandığını fark ediyoruz. Norveçlilerin çatıda oturup sandwiçlerini yediklerini,paten kaydıklarını görüyoruz. Binanın içerisine giriyoruz. Binada dört bar, restoran, mağaza bulunduğunu, tuvaletler dahil hepsinin gün boyu açık olduklarını öğreniyorum. Binanın en belirgin özelliğinin doğal taş ve camdan oluşan sert bir dış cephe ve meşeden oluşan yumaşak iç cephe olduğunu,çatının dış duvarlarının büyük bir kısmının, ön avlu ve fuayenin parlak beyaz Carrara mermerinden kaplandığını(38.000 adet olduğunu öğrendim),Kuzey tarafındaki dış duvar ve deniz önündeki bir bölgenin Norveç granit türü olan Buz Yeşili ile döşendiğini,öndeki ve batı tarafındaki halka açık alanlarda Oslofjord’u engellenmeden izleyebilmek için büyük cam duvarların kullanıldığını, bunlardan bir tanesinin içine çok büyük bir güneş paneli yerleştirildiğini, yağlanmış meşeden yapılmış kıvrılan yüksek bir duvarın opera binasının içerisinde harika bir görüntü oluşturduğunu, kıvrımların dış kısmının ham meşeden, kıvrımların iç kısmı ve tavanın ise pürüzsüz ak meşeden yapıldığını görüyorm ve elbette çok etkileniyorum. Beyazı görüp etkilenmemek mümkün mü? Beyaz saflıktır. Beyazı görüpte aklına kötü bir düşünce gelen var mı bilmiyorum.Yine Filozofluğum tutacak ama söylemeden edemeyeceğim. Saflığı, temizliği ve istikrarı ifade eden beyaz renk,ayrıca bütün renkleri de içinde barındır. Asaleti, soğukkanlılığı, masumiyeti, istikrarı ve devamlılığı temsil etmekle beraber insana huzur ve güven verir. Düşünce gücünün artmasına etkili olur. İşte beyazın etkisiyle mi mimarlık şaheseri olduğundan mı bilemem ama ben Oslo Opera Binasını çok sevdim. Tekrar kulaklarını çınlatıyorum sevgili Kadri ATABAŞ…

Ertesi günü “Hop On and Hop Off” otobüs turu ile Oslo’yu keşfetmek ve 2. Kattan fotoğraf çekmek arzusundayım. O nedenle Turizm Danışma Ofisine gidiyoruz. Ofis kalabalık dışarıda bekliyoruz. Beklerden Türkçe konuştuğumuzu duyan bir kişi gelerek Türk olduğunu ve ertesi günü otobüsü kendisinin kullanacağı söylüyor. Tanışıyoruz. Bilet satan kişi de Bulgar. Türk olduğumuz için indirim yapıyor bize.

Saat 20.00 ama güneş halen tepemizde.Tüm Oslo sokaklarda. Kolay değil. 12 ayın 2 ayı, başka bir ifadeyle 365 günün 60 günü güneş gören bir ülkedeyiz. Bu ülkede 10 ay hava kapalı. Güneş yok ve güneşe hasretler.

Dünyanın en huzurlu ülkesi olarak anılan Norveç’in başkentinin sokaklarında dolaşırken bazı binaların tamiratta olduğunu, devlet binalarının bazılarında plastik levhalarla kaplı olduğunu fark ediyorum. Bir süre sonra bunun nedeninin geçen seneki Oslo Katliamı olduğunu anlıyorum. Oslo’nun 1 sene önce 77 kişinin öldüğü 242 kişinin de yaralandığı bombalı saldırılarla gündeme geldiğini, Oslo'da bazı binalara bomba yerleştirdikten sonra iktidardaki İşçi Parti'nin Utoeya Adasındaki yaz kampına katılan gençlere rastgele ateş açarak öldüren Anders Behring Breivik'in "Müslümanların Norveç'i ele geçirmesini önlemek için" saldırıyı yaptığını ifade ettiğini hatırlıyorum. Terörü ve terörizmi bir kez daha lanetliyorum.

Saat 2.00 hava halen aydınlık ama biz yorgunuz. Otelimize dönüyoruz. Otelde her yer cıvıl cıvıl. Deniz kenarına iniyoruz. Elimde Norveç ve Oslo ile ilgili notlar var. Gece 22.45 te ışığa ihtiyacım olmaksızın rahatça okuyabiliyorum.

Fiyordlara karşı oturmanın keyfine doyum olmuyor    (Meraklısına Not: Fiyordlar: İskandinavya kıyılarında sık rastlanan jeolojik oluşumlardır. Bunlar, iki taraftan sarp kayalıklarla çevrili uzun, dar ve derin koylardır. Fiyordlar buzul aşındırması sonucunda oluşurlar. Onbinlerce yıl boyunca yağan karların birikmesiyle oluşan buzullara vadi buzulu denir. Kutuptaki buzlar gibi düz yüzeyler üzerinde oluşan buzullara ise kıtasal buzul adı verilir. Buzdan ırmaklar, günde iki santimetreyle bir metre arasında değişen bir hızla hareket ederler. Diğer ırmaklardan

çok daha güçlüdürler ve vadiler boyunca ilerlerken
bu vadilerin yamaçlarını kolayca aşındırıp taşırlar. Bu sayede Tekne vadi, U vadi denilen buzul vadileri oluşur. Bu vadiler kutup bölgelerinde deniz seviyelerine kadar inerler.Türkiye gibi orta enlem ülkelerinde vadi buzulları 2000m'ye kadar inmiştir.Buzul dönemlerinde buharlaşan sular yeryüzüne genel olarak kar olarak iner.Bugünkü gibi akarsularla yeniden denize taşınmaz.Karalar üzerinde kar ve buz olarak birikir.Uzun süreli bu döngü sonunda deniz seviyesi bu günkü seviyeye göre yaklaşık 130 metre alçalmıştır.Buzul vadileri -130 metre seviyesindeki denizlerde son bulmuştur. Buzul dönemi sona erip hava sıcaklıkları yükseldikçe vadi buzulları erimeye başlamış, daha yükseklere doğru çekilmiştir.Buzulların erimesiyle deniz seviyesi yükselmiş, geri çekilen buzul vadilerini yükselen deniz suları doldurmuş fiyordlar oluşmuştur.Ülkemizde vadi buzulları deniz seviyesine kadar inmediği için fiyord görülmez.Ancak 2000 metrenin üzerindeki dağlarımızda buzul aşındırma ve biriktirme şekilleri vardır.Sinop'taki Hamsilos koyunun fiyord olup olmadığı hususu halen tartışılır.Dünya'nın en büyük fiyordu, Norveç'deki Sogne (Sognefjorden) Fiyordudur).

Okuduklarımdan;

Norveç’in; dağların, buzulların ve ülkesi olduğunu,

Ülkenin güney bölümünün fotoğçılar için cennet olan sahil köyleri, muhteşem doğa manzaraları ve çok yönlü kent yaşamı ile dikkatleri çektiğini, burada bulunan Oslo’nun, fiyortlar, dağlar ve ormanlık tepelerle çevrili olup insanı büyüleyen coğrafik bir yapıya sahip bulunduğunu,

Güneyde bulunan Lillesand, Tvedestrand, Risor, Brekkesto ve Gamle gibi köylerin birer sahil incisi olduklarını,

Norveç'in batı sahillerinde bulunan fiyortların, Dünya Mirası Listesinde olduklarını,

Her bir fiyortun kendine has bir yapıya sahip olup en uzun ve en güzel manzaralı çağlayanların Geirangerfjord'da bulunduğunu,dünyanın en uzun fiyortu olan Sognefjord ‘un da burada olduğunu, Unesco'nun Dünya Mirası olarak kabul ettiği Naroyfjord’un bu fiyortun bir kolu olduğunu,

Ülkenin kuzey bölgelerinin, tabiatın sunmuş olduğu farklı ışık görüntülerine (The Northern Lights) ve gece yarısı havada asılı kalan (24 saat boyuca güneş görünür) güneşin sunmuş olduğu olağanüstü görüntülere(The Midnight Sun) sahip olduğunu, Norveç'in kuzey ucunun (The North Cap) deniz seviyesinden 307 metre yükseklikte olduğunu,

Norveç'in ikinci büyük buzulu olan Svartisen’in dünyadaki en güçlü anafor olan Saltstraumen ve sahil boyunca yükselen görkemli dağlar, insanı şaşırtan manzaralar sunduğunu,

Ülke coğrafyasının ve uzun kış mevsiminin imkan tanıdığı kış sporlarının ülke insanlarının yaptığı aktivitelerin başında geldiğini,

Öğreniyorum.

Uykumuz geliyor ama hava halen aydınlık. Odaya gidiyorum ve uyumaya çalışıyoruz.

Sabah kahvaltısı sonrasında yine ormanda yürüyerek otobüs durağına ulaşıyoruz. Otobüsten inerek bizi bekleyen “Hop On and Hop Off” otobüsüne biniyoruz. İlk olarak Vigeland Park’ta iniyoruz.

 Norveçli Mimar Gustav Vigeland’a ait 212 bronz ve granit heykelle süslü parkta bulunan tüm heykellerin çıplak olduklarını fark ediyoruz. Sanatçıya niçin giydirmediği sorulduğunda da sanatçının “Herhangi bir dönemle anılmalarını istemedim. Bu yüzden çıplaklar.” Dediğini öğreniyorum.Norveçlilerin bu parkı da aynen Opera Binası gibi hayatlarının içine kattıklarını, piknik ve gösteriler için kullandıklarına tanık oluyorum.

“Heykellerde Duygu Olur mu? Demeyin. Zira Vigeland Parkındaki Her Heykelde Duyguyu Bulabilirsiniz.” Park 24 saat açık. Parkı yılda 1 milyon kişi geziyor. Heykeller insanın doğumundan ölümüne hayat sürecini anlatıyor. Yaşamdan her şeyi bulmak mümkün heykellerde. Üzüntü,sevinç, keder,hastalık,kavga,oyun,aşk.

Ama tek mesaj “HAYAT TÜM GÜÇLÜKLERE RAĞMEN YAŞAMAYA DEĞER. ZATEN ONA BU DERECE DEĞER KAZANDIRAN DA BU GÜÇLÜKLER DEĞİLMİDİR?”(Kulakların çınlasın çilli İrem. Seni seviyorum.) Heykellerin en ünlüsü olan “Ağlayan Çocuk” önünde fotoğraf çektiriyoruz. Bir anda bu heykelinde çalındığını ve sonradan bulunduğunu hatırlıyorum.Parkın sonunda ki 17 metrelik granit dikilitaşın önüne geliyoruz. Dikilitaş üzerinde çok sayıda insan figürü görüyoruz. Park ve heykeller harika . Bu yazıda parkı anlatarak duygularımın kaybolmasına razı olamıyorum ve Vigeland Parkı ayrı bir yazıda yazmaya karar veriyorum. Oslo ile ilgili okuduğunuz bu yazımdan bir sonraki sayfada Vigeland Park yazımı okumanızı öneriyorum.

Otobüse biniyoruz. Nazar değdi havaya ve yağmur başlıyor. Norsk Folke Museum’a ulaşıyoruz. Burası halk müzesi ve Norveç’in çeşitli yerlerinden taşınmış 150’den fazla ev, kilisenin bulunduğu bir alan. Norveç halkının geçmişi ve yaşantısı hakkında fikir sahibi olmanıza yarayan harika bir proje. Oslo’ya gelen herkesin görmesi gereken bir Müze.

Kon-Tiki Müzesine giderek Thor Heyerdahl’un okyanuslarda gezdiği ve Büyük Okyanusu geçtiği salları orijinal haliyle görüyoruz ve bunun nasıl başarıldığına hayret ediyoruz. Thor Heyerdahl’un 1947’de Kon Tiki isimli salının hikayesini dinliyoruz ilk olarak. Thor Kon Tiki ile 1947’de Peru’dan Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki Polinezya’ya gidiyor ve eski medeniyetlerin okyanus aşırı seyahatler yapabildiğini ispatlıyor. 1970’de ise Raisimli Salıyla ile Fas’tan yola çıkıp Karayipler’e ulaşıyor. Meraklısına Not: Kon-Tiki Güney Amerikalıların, Ra ise Mısırlıların Güneş Tanrısının adıdır).

Çıkışta otobüsle Holmenkollen’e gidiyoruz. Burası Oslo’nun en pahalı evlerinin olduğu ve harika Oslo manzarasına sahip bir yer. Aynı zamanda kayakla atlama merkezi. 1952 Kış Olimpiyatları da burada yapılmış. Oslo ve Oslo Fiyordu tüm görkemleriyle ayaklarımız altına seriliyor bir anda.
Her gittiğimiz yer gösteriyor ki Norveç’lilerin gelenek ve görenekleri ile yaşam standartları çok ama çok yüksek.

Yoruluyoruz ve karnımız acıkıyor. Yemeği beklerken okuyorum.

Okuduklarımdan;

Norveç’in nüfusunun yaklaşık 5 milyon, Oslo’nun nüfusunun ise 650 bin olduğunu,

Danimarka ve İsveçliler gibi atalarının Vikingler oluğunu ve yıllarca İsveç ve Danimarka’lıların yönetiminde kaldıklarını,

1905’te bağımsızlığa kavuştuklarında Danimarka’dan bir prens getirip Kral yaptıklarını,

1960’lara kadar fakir bir ülke iken petrol ve gazın bulunmasıyla aniden dünyanın en zengin ülkeleri arasına girdiklerini,

1960-1970 arasında sürekli Pakistan’dan işçi göçü aldıklarını,

Dünyadaki en yüksek yaşam standardına sahip ülkelerden biri olduklarını ve bütçe fazlaları olduğunu, 2009 yılında bankada biriktirdikleri paranın 400 milyar dolar,kişi başı yıllık gelirin ise 71.674 dolar olduğunu,

Norveç'in işsizlik oranının ABD ve Lüxemburg gibi ülkelerden bile daha düşük olup dünyada kişi başına düşen milli gelir sıralamasında Lüxemburg'dan sonra ikinci sırada yer aldığını,

Asgari ücretin dünyadaki en yüksek olduğu ülkeler arasında da ikinci sırada bulunduğunu,

Erkeklerde yaşam ortalamasının 79, kadınlarda ise 83 olduğunu,

Öğreniyorum.

Yemek sonrası Viking Müzesine gidiyoruz. Burada 800 ile 1050 yılları arasında Avrupa sahillerinin teröristi Vikinglerin gemilerini görüyoruz.Oslo Fiyordu’nda 1867 ile 1904 yılları arasında bulunan ve ünlü kişileri gömmek için kullanılan üç geminin iyi korunduğunu fark ediyoruz. Müzede Vikinglere ait eşyaların sergilendiği bölümde ilgimizi çekiyor.
Roald Amundsen’in kutuplara yolculuk yaptığı Fram (İleri) gemisinin sergilendiği Fram müzesine giriyoruz. 1892 yılında yapılan gemiyle Amundsen 1912’de Güney Kutbu’na ulaşan ilk insanın zaferine tanıklık ediyoruz.
Hava halen aydınlık ama biz oldukça yorgunuz. Temmuz ayındayız ama sıcaklıkta 16 derece

civarında ve üşümeye başladık. Sabah ise erkenden
Bergen’e tren yolculuğumuz olacak. Dolayısıyla dinlenme vakti geldi.Bugünde güneşin battığına ve havanın karardığına tanıklık etmeden uykuya dalıyoruz.

Bergen’de görüşmek üzere.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder