18 Mayıs 2012 Cuma

BERLİN VE POSTDAM

Berlin’e gece ulaşıyoruz. Hepimiz çok yorgunuz. Kolay değil elbette sabahın erken saatlerinden itibaren koşturuyoruz. Hem de ne koşturuyoruz. Önce Hamburg’ta sonra Lübeck’te keşifler yaptık. Ardından 4 saat yol yaparak Berlin’e geldik.Artık güzel bir uykuyu hak ettiğimizi düşünüyorum. Üstelik yarın yine çok yoğun bir gün olacak. Bilenler bilir bizim gezilerde hiç boşa geçirilecek zamanımız yoktur.

Sabah erkenden kalkıyoruz ve Leonardo Hotelin güzel kahvaltısıyla buluşuyoruz. Leonardo Hotel Grubu Almanya seyahatlerimde sürekli tercih ettiğim bir mekan.Otellerinin hem mimarisi hem de personeli çok iyi.

Kahvaltı sonrası panoramik şehir turu için otobüslerimize biniyoruz. Bugün Batı Berlin'de Zoo İstasyonu, Kurfürstendamm, Tiergarten, Reichstag, Checkpoint Charlie, Bradenburg Kapısı, Postdamer Platz, Gemaldegalerie, Neue Nationalgalerie, Berlin Filarmoni Orkestrası, Kreuzberg, Schöneberg, Charlottenburg, Berlin Olimpiyat Stadyumunu, Doğu Berlin'de ise Unterden Linden,Museuminsel(Bergama Müzesi ve diğer müzeler),Alexanderplatz, Nikolaiviertel, Prenzlauer Berg, Gendermenmarkt, Karl Marx Allee’yi göreceğiz.

Şehir turunun ardından ise müze ziyaretlerimiz başlayacak.

Sayısız kez Berlin’e gelmeme karşın bu şehir benim doyamadığım bir şehirdir. Branderburg Kapısıyla başlıyoruz gezimize.Burasının hüznü ifade ettiğini düşünmüşümdür hep.Her seferinde aynı topraklarda doğmuş,büyümüş,ağlamış,gülmüş halkın ikiye bölünüşünü ve yıllarca birbirine düşman edilişinin nedenlerini sorarım kendime ama cevabını bulamam. Düşünürüm bir kentin doğu yakası ve batı yakası olarak bölünüşünü. 1949 yılından 1989 yılına kadar Berlin Doğu Berlin ve Batı Berlin olarak ikiye ayrılmış ve iki şehir birbirinden duvarla ayrılmıştı. Hepimiz biliyoruz bu duvara “Utanç Duvarı” denildiğini.

Doğu Almanya ve Batı Almanya’nın birleşmeye karar vermesi üzerine 1989 yılının Kasım ayında utanç duvarı yıkıldı. Şu anda Berlin'in doğu tarafı tam bir şantiye görünümünde. Şehrin bu bölümünde restorasyon sürüyor. Kent Spree Nehriyle ikiye ayrılıyor. Branderburg Kapısının önü ve arkası turist dolu. Kenarda oturup Ekim ayının son günlerinin güneşinin keyfini çıkarıyorum. Bir yandan da okuyorum.

Okuduklarımdan;

Berlin’in 800 yıllık geçmişi olan genç bir kent olmasına karşın eşsiz bir tarihi olduğunu,

Çok eskilerde şehrin ortasından akan Spree Nehrinin iki kıyısında Cölln ve Berlin adlı iki balıkçı köyü olduğunu,

İki kurucu şehir Cölln ve Berlin’in 1307 yılında birleşerek krallık haline geldiğini ve 1701 yılında Prusya Kralı Friedrich III. tacını takmasının ardından Berlin’in Krallığın başkenti olduğunu,

Friedrich II (1740-1786) döneminde Berlin'deki mimari alandaki yeniliklerin başladığını, takip eden yüzyılda şehrin bugünkü çehresini oluşturan Knobelsdorff ve Schinkel'in klasik eserlerinin kente damgasını vurduğunu,

Ancak, Prusya'nın güçlenmesi sürecinde Kuzey Almanya, sonra Avrupa'nn bir siyasi, iktisadi ve kültürel merkezi olduğunu, 1871 yılında Alman İmparatorluğu'na bağlandığını,

1920'li senelerde Berlin’in kültür hayatı,tiyatro gösterilerindeki yenilikler,muhteşem film gösterimleri, eşsiz gece hayatı ile parladığını ve bu dönem "Altın 20'ler" olarak adlandırıldığını,

1933 yılında Hitler'in iktidara gelmesiyle birlikte Yahudi,komünist,eşcinsel ve muhalif görüşlülerin yanı sıra birçok gruba karşı baskı ve takibat başladığını,

Nazi diktatörlüğü terörünün ve 2. Dünya Savaşı'nın bitiminin ardından şehrin bir enkaz haline geldiğini,

13.08.1961 yılında kenti ve halkı ikiye bölen Berlin Duvarının yapımına başlandığını,

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ikiye bölünen kentin imparatorluk merkezi olan Mitte'nin doğuda kaldığını,

Berlin'i inşa eden mimar Karl Friederich Schinkel'in tasarladığı binaların,büyükelçiliklerin, saraylar ve müzelerin de Doğu Berlin’de kaldığını,

Türkiye'den çalınan Bergama Sunağının sergilendiği dünyanın en önemli müzelerinden biri olan Bergama Müzesi, Cölln ile Berlin'i birleştiren anlaşmanın yapıldığı St. Nicholas Kilisesinin de Doğu Berlin'de kaldığını,

Berlin’i ikiye bölen Utanç Duvarının Almanya’nın birleşmesinin ardından 09.11.1989 yılında yıkıldığını,

Berlin tekrar birleştiğinde Berlin’in iki parlamento binası, iki büyük üniversite, iki büyük havaalanı,iki kent merkezi ve iki Mısır Müzesi olduğunu,

Berlin’de şu anda dört havaalanı bulunduğunu,

Berlin Film Festivali ile senede bir kere tüm sinema dünyasının gözlerinin bu şehre çevrildiğini,

12 bölgeden oluşan başkent Berlin’in aynı zamanda Türklerin Türkiye dışında yerleştikleri en büyük şehir olduğunu,

Öğreniyorum.

Hava serinliyor.Biraz önce çıkardığım montumu tekrar giyiyorum.

Berlin adeta bir açık hava müzesi. Eski ve yeni döneme ait ilginç mimari örneklerini barındırıyor.Mimarlık eğitimi almadım ama içimden keşke Türkiye’de mimarlık okuyan her öğrenci bu şehri görse diye geçiyor. Potsdamer Platz’daki yüksek yapılar, Kollhoff-Gökdeleni,Daimler Chrysler Areal,muhteşem çatılı Sony-Kompleksini her zamanki gibi hayranlık ve birazda kıskançlıkla izliyorum.

Berlin yönetiminin şeffaflığını simgeleyen Cam Kubbeli Meclis binasını görüyoruz şimdi. Berlin’de her yerde ayı heykelleri ve sembolleri var. Bunun nedeninin şehrin simgesinin ayı olmasından kaynaklandığını öğreniyorum.

Daha önce de belirttiğim gibi Spree Nehri Berlin’i ikiye bölüyor. Bu nehrin üzerinde oluşan ve Müzeler Adası denilen bölgedeyiz şimdi. Dünyaca ünlü ve Bergamalıların Galatlıları yenmesi üzerine M.Ö 197-159 yılları arasında yapılan ve 1871 yılında Alman Mühendis Karl Humann tarafından bulunarak altı yıl içinde parça parça sandıklar içinde Berlin’e kaçırılan ünlü Bergama Sunağını göreceğimiz Pergammon Müzesine giriyoruz. Pergamonaltar ve Babylon'un Şehir Kapısı hepimizi çok etkiliyor.

Berlin müzelerindeki en paha biçilmez eserlerden bir tanesi yeni yerleşim yeri Neues Museum olan Nefertiti'nin Büstünü(Büste der Nofretete), Tiergarten'daki Kültür Forumu (Kulturforum),Resim Galerisi(Gemälde Galerie) ve Yeni Ulusal Galeri'nin (Neuen Nationalgalerie) içinde klasik ve modern sanatın büyüleyici eserlerini görme mutluluğu içerisindeyiz şu anda.

Çağdaş sanata ait bir çok eseri ile Hamburg İstasyonu (Hamburger Bahnhof) sanki modern bir sergi salonu gibi. Beni en çok etkileyen müzelerden bir tanesi de Marlene Dietrich'in mirasının sergilendiği Potsdamer Platz'daki Film Müzesi oldu. Nefes kesici mimarisi ile Yahudi Müzesinin de (Jüdische Museum) eşsiz olduğunu paylaşmak isterim sizlerle.

Görkemli Charlottenburg Sarayı ( Schloss Charlottenburg) barok yapı sanatının en canlı örnekleriyle bizleri kendine hayran bırakırken,Berlin’in tam ortasında yer alan Tiergarten, Cumhurbaşkanlığına ev sahipliği yapan Schloss Belluvue, Alexander Platz, Kurfurstendam,Friedrichstrasse Strasse ve Unter den Linden'i geziyoruz.

Orijinal adıyla Berliner Fernsehturm yani Berlin Televizyon Kulesinin karşısında otururken bugün Berlin’de dolaştığım yerleri not almaya devam ediyorum.

Yoruluyorum ve not almaya devam ediyorum. İşte bugün Berlin’de gezdiğim yerler nerelermiş beraber bakalım.

Fernsehturm yani Berlin Televizyon Kulesi,

Bergama Arkeoloji Müzesi,

Yahudi Soykırım Anıtı,

Guggenheim Berlin,

Eski Ulusal Müze(Sanat Müzesi),

Bodemuseum,

Bellevue Sarayı,

Zafer Sütunu,

Anıt Kilise,

Yahudi Müzesi,

Brandenburg Kapısı,

İmparatorluk Binası (Federal Meclis),

Jandarmalar Meydanı ,

Checkpoint Charlie Müzesi,

Berlin Katedrali,

Barış Anıtı,

Holocaust Anıtı,

KaDeWe(Kaufhaus des Westens)(Alışveriş Merkezi)

Charlotenburg Sarayı,

Belediye Sarayı,

Başbakanlık,

Berlin’in en büyük parkı ve mesire yeri olan Tiergarten,

Berlin Duvarı,

Grup yavaş yavaş toplanıyor.Yarın sabah ilk önce Postdam’a daha sonra Dresten’e gideceğiz. Elbette Berlin’e sanatsal anlamda gezmek için tekrar gelmek gerekiyor. En kısa sürede grubumuzun Berlin’e geleceğini de biliyorum.

Otele dönüyoruz.

Sabah erkenden otelden ayrılıyoruz. Yarım saatte Postdam’a ulaşıyoruz. Burası Brandenburg eyaletinin başkenti.Postdam 20 yi aşan göl ve nehir bulunması nedeniyle Berlin’lilerin sayfiye yeri olmuş adeta.

Şehir Prusya Kralı II. Friedrich'in Goethe, Bach, Voltaire'i ağırladığı, flüt resitalleri verdiği Sıkıntısız Sarayı ve KGB'nin Avrupa üssü olması nedeniyle meşhur olmuş.

Berlin'deki Brandenburg Kapısı benzeriyle üstelik aynı adla Postdam’da karşımıza çıkıyor. Bu kapının Berlin’dekinden 15 yıl daha eski olduğunu öğreniyorum. Kapının bulunduğu caddede çok gösterişli yapılar var ve hepsi barok tarzında.

Karşıma birden cami çıkıyor. Çok zarif bir yapı.Ama buranın cami olmadığını,buhar motoruyla nehirden çektiği suyu Sanssoucci Sarayına pompalayan istasyon olduğunu öğreniyorum. Minare görünümlü kulenin pompa istasyonun bacası olduğu, Kralın saray çevresinde fabrika görünümlü yapı istemediği için mimarının 1001 Gece Masallarından esinlenerek cami tasarımında pompa istasyonu kurduğu ve yapının artık müze olduğu söyleniyor.

Şehrin her tarafında restorasyon çalışmaları var. Birden aklıma Stalin, Churchill, Trumann 3 lüsünün dünyayı paylaştıkları Postdam Konferansının bu şehirde yapıldığı geliyor. Hemen Postdam Konferansının yapıldığı saraya doğru yol alıyoruz.Yürürken Truman’ın Hiroşima'ya atom bombası emrini de bu şehirde hatta bu saraydan verdiğini hatırlıyorum.

Alman halkı ülke olarak en çok Kral II. Friedrich’i sevmiş. Kralın Sıkıntısız Sarayı'na doğru giderken Prusya Versay'ı olarak ünlenen yapının Friedrich için adeta bir tapınak olduğunu, kralın zamanının çoğunu burada geçirdiğini,Bach, Voltaire ve Goethe'yi bu sarayda ağırladığını,sarayın bağlarla, ve meyve ağaçlarıyla dolu olduğunu,Almanların ve Avrupanın tanımadığı patatesinde kral tarafından keşfedildiğini (Meraklısına Not:Kral patatesi sarayın bahçesinde yetiştirir. Fakat kendisi dahil tüm halk yaprakları ve sapı olmadığından patatesi yararlı bir sebze olarak görmezler. Yararsız olduklarını düşündükleri için ateşe atarlar. İçlerinden birisi ateşte pişen patatestin güzel kokusundan etkilenip ateşten alır ve yemeye başlar. İşte o gün bugündür patates Almanların en sevdiği sebzedir), Almanların Kralın sarayın içinde bulunan mezarını patatesle ziyaret ettiklerini öğreniyorum.

Postdam’da Yasak Şehir olarak anılan bir bölge var. Burası Yeni Sarayın yakınlarında bir bölge ve Potsdam Konferansı'ndan sonra S.S.C.B bu bölgede bulunan 103 binayı KGB'ye tahsis etmiş, Soğuk Savaş döneminde istihbaratın tümü bu merkezde toplanmış ve gereği için Moskova’ya iletilmiş. Bölgede eski rahibe okulundan bozma yapı, uzun yıllar Almanların sorgulandığı merkez ve Batı'yla ilişki kuranların tutulduğu hapishane olarak kullanılan yerleri görüyorum. Rusya Başkanı Putin’in KGB yöneticisi iken şehrin adeta tek otoritesi olduğunu öğreniyorum.

Buluşma vaktine kadar vakit var. Oturup etrafımı gözlemliyorum.Bir yandan da notlarıma bakıyorum. Postdam’da gördüğüm yerlere Sanssouci Sarayı, Dikiitaş, Brandenburg Kapısı, Nikolai Kiliisesi, Tarihi değirmen Ende, Rus kolonisi Aexandrowka, Fransız Kiliesesi, St. Peter und Paul Kilisesini yazıyorum.

Otobüsümüz geliyor. Yaklaşık 160 kilometre yol gideceğiz.

Dresten’de görüşmek üzere….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder