22 Mayıs 2012 Salı

DRESTEN....

BOMBALARINIZLA İNSANLARI ÖLDÜREBİLİRSİZ, BİNALARI YIKABİLİRSİNİZ, HATTA TAŞ ÜZERİNDE TAŞ BIRAKMAYABİLİRSİNİZ  AMA SANATI ASLA YOK EDEMEZSİNİZ.

Hans Christian Andersen “Gezmek Yaşamaktır” demiş.

Seyahatimizin 6. günündeyiz. Geziyoruz. Yaşıyoruz. Yaşasın hayat diye haykırmak istiyoruz. Postdam gezimizin ardından yeniden yollardayız. 160 kilometre sonra Dresten’e varıyoruz. Almanya'nın bu eşsiz şehri Dresden’e daha önce her Prag seyahatimde günü birlik gelmiştim. Ancak ilk kez konaklayacağım. Kuzeyin Floransa'sı Dresden bizim gibi sanat gezileri yapanlar için çok önemli bir şehir. Bu şehirde nereye gidersek gidelim güzel sanatlarla karşılaşacağız.

Dresten’e Elbe nehrinin kenarında olması nedeniyle haklı olarak Elbe'nin Floransa'sı da denildiğini gruba aktarıyorum. Dresten’in İtalya'nın ünlü metropolü Floransa gibi çok sayıda dünya çapında sanat eseri koleksiyonlarını barındırması ve bizlerin bunları görecek olmamız hepimizi heyecanlandırıyor.

Dresten’in II. Dünya Savaşının son günleri olan 13-14 Şubat günü bütün savaş boyunca açık şehir olmasına ve bir tek saldırı almamasına rağmen savaşın sona ermesi ve Almanya'nın teslim olması için müttefik devletlerin bir taktiği olarak bombalandığını, Almanların hiçbir zaman bunu gündeme getirmediklerini, her sene Hollywood’da Hitler Almanya’sı aleyhine film çevrilmesine rağmen Dresden’de öldürülen Alman sivillerin hatırlatılmadığını, Amerikan ve İngiliz Kraliyet kuvvetlerine bağlı uçaklar tarafından her türlü bombanın denendiği şehrin adeta kül haline getirildiğini ve bombardımanda yaklaşık 135 bin kişinin öldüğünü, bu rakamın Japonya'ya atılan atom bombasının neden olduğu ölüm sayısının yaklaşık iki katı olduğunu öğreniyorum.

Dresten işte bu nedenle hüzünlü bir şehir. Diğer taraftan Dresten tam anlamıyla sanat şehri. Özellikle şehrin eski kısmı tamamen sanatla iç içe. Her yerde müze var. Binalar ve köprüler çok görkemli.

Elbe Nehri kenarında yürümekle işe başlıyorum. Bir önceki gelişimde dünyanın en eski teleferiğine binerek bu güzel şehri yukarıdan seyretmek mutluluğuna erişmiştim. Ama bu sefer böyle bir şansım yok.(Meraklısına Not: 547 metre uzunluğundadır ve 1895 yılından bu yana Loscwitz ve Weiber Hirsch arasında faaliyettedir.Araç 95 metre yüksekliğe kadar çıkmaktadır. 2 yolcu kabini bulunmakta olup, her kabin, 256 metre uzunluğunda bir ray üzerinde, kablolarla gidip gelmektedirler. Bu yolculuk sadece 5 dakika sürmektedir.)

Zwinger Sarayına gidiyoruz.Saray barok tarzda muhteşem bir yapı ve içerisinde birkaç sanat müzesi var. Gemaldegalerie Alte Meister Resim Müzesi içerisinde 15 ve 18. y.y eserleri bulunuyor. Raffael’in "Sixtinische Madonna" sı da burada. Ama salonu daha sonra gezeceğiz. Tabloda bulunan meleklerin Dresten’in simgesi olduğunu öğreniyorum.

Saray çıkışı ünlü Augustuss Sokağında yürürken 102 metre uzunluğundaki bir duvar resmi ilgimizi çekiyor. Bu resmin Fürtenzung olarak anıldığı ifade ediliyor.

Dresten sokaklarına dalıp kaybolmayı deniyoruz. Kısa süre sonra Dresten’de kaybolmanın mümkün olmadığını fark ediyoruz. Birden restoranların çok fazla olduğu sokağa giriyoruz.Burası Münzgasse. Dresten’liler özellikle caz müziği sevenlerin Dresten’e ve özellikle bu sokağa her sene 12-15 Mayıs tarihleri arasında gelmesini tavsiye ediyorlar. Dresten’de; 56 galeri, 44 müze ve 36 tiyatro bulunduğunu öğreniyorum. Öğrenince de şehrin nüfusunun ne olduğunu soruyorum. 2009 yılı sayımına göre 517 bin olduğu cevabını alıyorum.

Marien Platz meydanında barok mimarinin en güzel örneklerinden olan Frauen Kirche Protestan Kilisesinin önündeyiz. 13-14 Şubat 1945 tarihinde bombardıman sürerken şehirde yaşayan 400 kişinin bu kiliseye sığındığını, yapının bombardımana dayanamayarak çöktüğünü, savaşın unutulmaması için bombalanan yapıya dokunulmadığını, iki Almanya’nın birleşmesinden sonra kilisenin enkazı altından çıkan orijinal taşların aynen yerlerine konularak onarıldığını öğreniyorum. Binanın muhteşem yapısı hepimizi etkiliyor.

Orijinal adıyla Zwinger halk arasında ise Dresden Sarayı olarak bilinen saraya bir kez daha gidiyoruz. arayda bulunan Müzede yer alan “Old Masters” resim galerisini geziyoruz.

Bu galerinin Eski Ustalar Galerisi olması nedeniyle mutlaka görülmesi gereken bir galeri olduğunu bilmemiz sebebiyle “Sistine Madonna” ve “Tribute Money” isimli tabloları görmenin mutluluğu içerisinde salondan çıkıyoruz.

Kunsthalle Sanatlar Akademisi şehrin Güzel Sanatlar Fakültesi ve binası oldukça etkileyici.Burada da bir sergi olduğunu öğreniyoruz ve sergiyi geziyoruz.  Sırada Modern Sanat Müzesi Albertinum var. Şanslıyız zira yenilenmiş. 19.yüzyıldan günümüze doyumsuz eserleri izliyoruz.

Şehir müzeyle dolu olunca vakit kaybetmememiz gerekiyor. Hemen Galerie Neue Meister New Master Galerisine gidiyoruz. Burası Albertinum’un üst katındaki odalarda bulunuyor. 19’ncu yüzyıldan günümüze kadar olan döneme ait yaklaşık 300 resim var. Vincent Van Gogh, Claude Monet, Edgar Degas’ın eserleri görüyoruz.

Artık yorulduk ama Semper Sinagog’unu görmemiz gerekiyor. Burası 2003 yılında Avrupa Birliği Çağdaş Mimarlık Ödülü için aday olmuş bir bina.Pek ilgimi çekmiyor.

Otele dönme vakti. Yarın Münih’e doğru yola çıkacağız. Otel yolunda defterime bir şeyler yazıyorum.

BOMBALARINIZLA İNSANLARI ÖLDÜREBİLİRSİZ, BİNALARI YIKABİLİRSİNİZ, HATTA TAŞ ÜZERİNDE TAŞ BIRAKMAYABİLİRSİNİZ AMA SANATI ASLA YOK EDEMEZSİNİZ.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder