3 Mayıs 2012 Perşembe

III.BOLUM- FİDEL CASTRO ÖLMEDEN ÖNCE GÖRÜLMESİ GEREKEN EN GÜZEL ÜLKE...

III.BÖLÜM-ZAMANIN DURDUĞU ŞEHİRDİR TRİNİDAD(BERABERİNDE PLAYA GİRON, SANTA CLARA)


  
Kahvaltı sonrası erkenden yine yollardayız. Yolculuğumuz her zamanki gibi keyifli sürüyor. Suskunluk anları okuyorum. Elimde Küba ile ilgili fazlaca doküman var.

Okuduklarımdan;

- Küba’lıların İspanyol asıllı ve Katolik olduklarını ve Küba’da doğanlara Kreol dendiğini,

- Küba’da 51 farklı kilise, 4 tane sinagog bulunduğunu,

- Küba’da bembeyaz giyinen çok sayıda kişi olduğunu, bunların Afrika Pagan dinine mensup kişiler olduğunu,

- Devletin çocuklara doğumdan ilkokula başlayıncaya kadar günde 1 litre süt verdiğini,

- Küba’da her şeyin devlete ait olduğunu,halkın ev ve araba sahibi olamadığını,devrimden önce edinilen ve halen kullanılan eski model Amerikan arabalarının ise şahıslara ait olduğunu,

- Küba’da erkekler için mecburi askerlik süresinin 2 yıl olduğunu,kadınların ise gönüllü olarak askere gidebildiklerini,

- Fidel Castro’nun gerçek evini Küba’lılar dahil kimsenin bilmediğini, bunun nedeninin Castro’ya CIA ve diğer gizli servisler tarafından 500’e yakın suikast düzenlenmesinden kaynaklandığını,

- Küba halkının turist barlarına giremediklerini,

- Küba’ da 15 yaşına gelen kızların uzun, kabarık ve çok süslü elbiselerle şehir içinde dolaştırılarak topluma tanıştırıldıklarını ve kızların elbiseleriyle fotoğraf çektirdiklerini,

- Küba’da devlet dairelerinde çalışan bayan memurların lacivert etek ve bluz giyme zorunda olduklarını,

- Küba’da tarım yapılırken hormon kullanılmadığını,her şeyin organik olması nedeniyle hem lezzetli hem de sağlıklı olduğunu,

- Küba’da özellikle kanser ve bağımlılık tedavisi başta olmak üzere tıbbın birçok dalında çok ileri düzeyde olunduğunu,

-Küba’da doktorların imtiyazlı olduklarını, Venezuella başta olmak üzere birçok Afrika ülkesine tıp doktoru ihracı yapıldığını,

Öğreniyorum.

Okuyacaklarım fazlaca. Ama yolumuz üzerinde 400 e yakın kuş, 50 sürüngen, 26 denizde de karada da yaşayabilen hayvan,100 e yakın memeli ve 620 kelebek çeşidine ev sahipliği yapan dünyaca ünlü Asa Wright Doğa Merkezi var. Otobüsümüz duruyor.Hep beraber iniyoruz. Merkezden içeriye girer girmez de cennete geldiğimi düşünüyorum.Doğa harika.Burasının Türkiye’de çevre bilimi tahsili yapan tüm öğrenciler,öğretim üyeleri,doğa bilimciler tarafından görülmesi gerekir.Merkezde timsah eti yeme şansını da ! yakalıyoruz.Hava oldukça sıcak.Çok az yerde gölge var. Ama bu çok kısa sürüyor. Öğle güneşi üstümüzde yükseliyor.Gölgeler yok oluyor.Yola çıkma vakti geldi.Tekrar yola çıkıyoruz.

Öğle yemeği için duruyoruz. Yemeğimi hemen bitirerek dışarıya çıkıp fotoğraf çekmeye başlıyorum.Bu sırada kucağında 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu olan kadını fark ediyorum.Gözlerinde dilenmekle dilenmemek arasında bir kararsızlık okuyorum.Çekingen bir şekilde bana bakıyor.Çıkarıp para vermek istiyorum. Kabul etmiyor.Hareketleriyle aç olduğunu ifade ediyor.Hemen içeri girerek yiyecek alıyorum.Çocuğuna yedirmeye başlıyor.Tüm arkadaşlarım yanımıza gelerek kadıncağıza katkıda bulunmak istiyorlar.Önce kabul etmiyor.Çok ısrar ediyoruz.Kabul etmek zorunda kalıyor.Hanımlar çantalarındaki sabunları,kalemleri,şekerleri,çikolata ve sakızları veriyor.Ayrılık vakti gelirken kadın ve çocuk yanıma gelerek beni öpmek istiyorlar. Eğiliyorum ve yanağıma öpücük konduruyorlar.O an bir şey daha fark ediyorum.Ne kadıncağız ne de evladı kokmuyor.Şaşırıyorum.Zira temizlik maddelerinin karneyle verildiği ve gölgede bile 30-35 derece sıcak olan bir yerde temizlik var. Küba’lılar çok temiz insanlar(Bu tespitimin daha sonra ter kokan tek kişiye rastlamamam nedeniyle bir gerçeğe dönüştüğü hususunu da paylaşmak isterim).

Tekrar yola düşüyoruz.

 Şimdi Domuzlar Körfezine gidiyoruz. 50 yıl önce 16 Nisan 1961'de gece yarısından biraz önce CIA tarafından eğitilen ve finanse edilen 1500 kadar Kübalı sürgün, Domuzlar Körfezi'nde başarısızlıkla sonuçlanan bir işgal girişimi başlattı. Elbette ki amaç Fidel Castro ve devriminden kurtulmaktı.Bu girişim A.B.D için yenilgiye dönüştü ve Küba'yı S.S.C.B ile daha da yakınlaştırdı. Gittim ve gördüm Domuzlar Körfezini. Burada sivrisinek ve timsahtan başka bir şey yok.

Ama…….

İşgalcilerin ana hedefinin körfezin ağzında küçük bir pisti bulunan Playa Giron köyü olduğunu ve eş zamanlı olarak 35 kilometre uzaklıktaki Playa Larga köyüne de indirme yapılmasının planlandığını, A.B.D’nin planının kıyıdan sızmak, güvenli bir bölge oluşturmak, havaalanını ele geçirmek ve buraya sonradan ABD'den yardım isteyecek sürgündeki hükümeti getirmek olduğunu, hala kıyıdaki aynı evde yaşayan balıkçı Gregorio Moreira’mın işgalcileri fark ederek alarmı verdiğini, toplam 11 silahla sabahın 4'ünde ateş açmaya başladıklarını, daha sonra Küba uçakları dahil birliklerin geldiğini, Küba birliklerine bizzat Fidel Castro’nun komuta ettiğini, savaşın üç gün sürdüğünü,

Bu işgal girişiminin Küba halkına düşmandan asla korkmamaları gerektiğini öğrettiğini, Fidel'in sonradan dediği gibi Latin Amerika’nın biraz daha özgürleştiğini, savaş sonunda 2506 Tugayı olarak bilinen 1000'den fazla Castro karşıtının esir alındığını, bu esirlerin 50 milyon dolarlık gıda ve ilaç karşılığında Miami'ye geri gönderildiğini,

Öğreniyorum.

Playa Giron'da küçük bir müze var.

Müzenin önünde Castro'nun iki tankı ve Küba birliklerinin işgalcilere karşı kullandığı İngiliz yapımı Sea Fury bombardıman uçağı var. Müze küçük ama Küba’lının deyimiyle Müze Yanki emperyalizminin Latin Amerika'daki en büyük yenilgisini simgeliyor. Bu nedenle de önemi büyük.Diğer taraftan,başarısız işgalden 51 yıl sonra bu Karayip Adası Batı yarıkürede komünistlerin iktidarda olduğu tek ülke. CIA Castro’yu öldürmek için sayısız suikast girişiminde bulundu.Ama Küba lideri 2006'ya kadar iktidardaydı.2006 da iktidarı kardeşine bırakmasının sebebi ise hastalığıydı.Küba yarım asırdır A.B.D ambargosu ve kuşatması altında. Fidel’e ve hala dimdik ayakta olan Küba halkına saygımız artıyor.

Müze çok küçük. O nedenle kısa sürede geziyoruz. Yine otobüsteyiz.

Otobüsümüz durmadan Trinidad’a ulaşıyor.Trinidad ülkenin büyük yedi şehrinden bir tanesi. Esasında sabah yola çıktığımız Cienfuegos’a 80 km mesafede ama otobüsümüz ve güzergahlarımız çok şenlikli.Her yere uğrayarak ancak akşam üzeri ulaşabiliyoruz Trinidad’a.Ulaşır ulaşmaz da keşfe başlıyoruz.

Trinidad…

Her zaman kalbimde ve anılarımda ayrı bir yeri olacak şehirsin sen…

Bu sözler bir şaire ait değil.Bu sözleri ben söylüyorum.İtiraf ediyorum ki rengarenk boyalı eski evlerin, daracık kaldırımlı sokakların, mimari yapın,halkınla beni çok ama çok etkiledin.

Şimdi sizlere1988 yılından itibaren UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI listesinde yer alan Trinidad’ı neden sevdiğimi paylaşayım.

Her şeyden önce zaman Trinidad’ta 1950 li yıllarda durmuş. Şehrin tamamına yakını tek katlı farklı renklere boyanmış evlerden oluşuyor.Şehrin arka sokakları film setleri gibi. Burada dolaşırken ben film platosundayım hissine kapıldım.Bir tanımlama yapmamı isterseniz Trinidad için ben oyuncak gibi bir şehir derim.

Hep beraber Romantik Müzeye gidiyoruz.Burası İspanyol soylularının ziynet eşyalarının sergilendiği bir müze.Mücevherler,porselenler,tablolar, ev eşyaları var müzede.Trinidad için oyuncak şehir dedim ya aslında eksik söyledim. Burası küçücük bir oyuncak şehir adeta. Oyuncak şehrin tarih müzesine gidiyoruz. Oyuncak şehrin Plaza Mayor Meydanı da çok küçük. Meydanda bulunan kilise önünde bulunan satıcılar bir şeyler satabilmek umuduyla etrafımızı sarıyor.

Hava çok sıcak serinlemek için bara giriyoruz.Burası La can chan chara bar.Hepimiz La can chan chara içkisi sipariş ediyoruz.İçki bal,limon,rom,su ve buzdan yapılıyor.İçer içmez serinliyoruz.Akşam Plaza Mayor Meydanında müzik ve dans olduğunu öğreniyoruz.Günümüz çok erken başladı ve yoğun geçti. Otele dönmek vakti geldi. Yemekten sonra yeniden Plaza Mayor Meydanına gelmeye karar veriyoruz.Otele giderek odalarımızı alıyoruz.Otelimiz deniz kenarında.Akşam yemeğine geçiyoruz hemen. Acelemiz var. Gecelere akacağız.

Otelden kiraladığımız araçla şehre iniyoruz. Sonunda yeniden meydana ulaştık.Meydan plastik masa ve sandalyelerle dolu. Hemen oturuyoruz. Meydanın kanı kaynıyor adeta.Canlı müzik başlıyor.Küba’lı delikanlılar turistleri dansa kaldırıyorlar. Müzik ve dans harika. Grubumuz ortama ve güzelliklere bırakıyor kendini.

Gece yarısı oldu. Çalışmaya son vermek ve dinlenmeye çekilmek zamanı geldi.Otele dönüyoruz.Hava çok güzel. Birazda havuz başında oturalım diyoruz.Kahkahalar yine bol.

Sabah erkenden kalkarak denize giriyoruz.Kumsal harika.Deniz bugün oldukça dalgalı.Kahvaltı sonrası yine şehir merkezine gidiyoruz. Arnavut kaldırımı sokaklar,pastel renklerin hakim olduğu yapıları yararak ara sokaklara dalarak gerçek Trinidad’ı görüyoruz. Gerçek Küba burası diye düşünüyorum.(Meraklısı için not:Yansıyan güneş ışınlarının göz rahatsızlıklarına yol açmasını önlemek amacıyla bölgede evlerin beyaza boyanması yasaklanmış.Bu nedenle de evlerin dış cephesi pastel renklere boyanıyormuş.)

Trinidad sokaklarında kurulan pazarı dolaşıyoruz ve hediyelik eşyalar alıyoruz.Alışveriş sonrası Romantik Müze ve Iglesia Parroquial de la Santisima Trinidad Katedrali’nin bulunduğu Plaza Mayor’a yürüyoruz. Burası dün akşam geldiğimiz ve eğlendiğimiz meydan. Katedralin yanındaki merdivenler bu gece yine Trinidad’ın en eğlenceli yeri haline gelecek diye içimden geçiriyorum.Burasının adının Casa de la Musica olduğunu öğreniyorum.

Hanımlar yoruluyorlar.Ben ise fotoğraf çekme derdindeyim. Tulga ile birlikte fotoğraf çeke çeke şehir dışına kadar gidiyoruz.Havanın sıcaklığı dönerken yürümemize engel oluyor.Sevgili Tulga ile bir At Arabasına el kaldırıyoruz.At Arabasının sürücüsü duruyor.Binip şehre dönüyoruz. Ekip sıcaktan kavrulmuş durumda ve perişanlar. Otele dönüyoruz.Önce yemek.Sonra havuz ve deniz keyfi.

Yarın Trinidad’tan ayrılacağız.Önce Che’nin Anıt Mezarının olduğu Santa Clara’ya daha sonrada Varedero’ya gideceğiz.

Sabah erkenden kalkarak denize giriyoruz.Kahvaltıdan sonra Che’nin anıt mezarını ve zırhlı tren baskınının yapıldığı istasyonu ziyaret edip Iznaga köyüne doğru yola çıkıyoruz. Iznaga, Trinidad’a çok yakın. En önemli özelliği ise 45 metrelik La Torre Iznaga Kulesi. Kule 184 basamaklı.Zamanında köleleri kontrol amaçlı yapılmış.

Küba deyince herkesin aklına efsane lider Fidel,efsane gerilla Che ve bu iki muhteşem kahramanı tamamlayan Cienfigueras gelir.

( Peki kimdir bu Che Guevera.Herkesin sevdiği odalarında posterlerini astığı efsanevi gerilla.

Ernesto Rafael Guevara de la Serna,14 Haziran 1928'de Arjantin'in Rosario şehrinde doğdu. Devrimci bir ailesi vardı. Henüz iki yaşındayken daha sonraki gerilla yaşamında kendisine büyük bir dert olan astım hastalığına yakalandı. İlkokulu Alta Gracia'da, ortaokul ve liseyi de Cordoba'da tamamladı. Lise yıllarında Marksist düşüncelerle tanıştı. Guevara ailesi 1944'de Buenos Aires'e taşındı. Che burada tıp fakültesine kaydoldu. Aynı zamanda bir çok işte çalışıp ailesine katkıda bulunuyordu.

1951'de tıp öğrenimine ara vererek, bir arkadaşıyla birlikte Latin Amerika kıtasını daha yakından tanımak için motosikletle yolculuğa çıktı. Gördüğü yerlerdeki insanların ezilmişliği, sömürü ve zulüm altındaki yaşayışları O'nu çok etkiledi. Düzene karşı savaş düşüncesi artık yavaş yavaş Che'nin beynine yerleşmektedir. Bir yıldan fazla bir süre dolaştıktan sonra Buenos Aires'e geri döndü. Aynı yıl üniversiteyi bitirdi. Daha sonra bir arkadaşıyla birlikte Arbenz hükümetine destek olmak için Guatemala'ya gitti ve burada evlendi. 1954'te Arbenz hükümetinin ABD destekli bir darbeyle düşmesiyle birlikte Meksika'ya gitti. 1956'da Meksika'da Fidel Castro'yla tanıştı ve Küba devrimine katılmaya karar verdi.

1956'nın Aralık ayında Che, Fidel ve 83 arkadaşıyla birlikte Küba'ya gitti ve Sierra'larda gerilla savaşı başladı. Gerilla birliği içerisinde gerek politik, gerek askeri yetkinliğiyle öne çıktı ve önemli sorumluluklar üstlendi. Küba devriminin başarıya ulaşması için sonsuz emek verdi.


Aralık 1958'de Che'nin komutanlığını yaptığı gerilla birliği Las Villas'a yürüdü. Burada Batista ordusunu yenerek Santa Clara'ya gitti. 2 Ocak 1959'da gerilla birliklerinin Havana'ya girmesiyle devrim zaferle sonuçlandı.

Devrimden kısa bir süre sonra Küba vatandaşlığına kabul edildi. Devrimden sonra da dış siyasetten, ekonomiye, maliyeden, sanayi bakanlığına çeşitli üst düzey görevlerde bulundu. Avrupa, Asya, Afrika ülkelerini kapsayan bir gezi yaparak onlardan maddi-manevi destek aldı. ABD emperyalizminin Küba'ya uygulamaya çalıştığı ambargoyu etkisizleştirdi.

1965 yılına kadar Küba'daki görevlerini sürdürdü. ‘65'in Eylül'ünde Küba'daki tüm görevlerinden ve Küba vatandaşlığından ayrıldığını bildirdi. Vietnam, Kongo, Latin Amerika ülkelerinin çeşitli yerlerini dolaştı.

1966'da Bolivya'ya gitti. Ancak buradaki gerilla faaliyetleri uzun sürmedi.Che,bir köyde halka açık bir konuşma yaptıktan sonra,köy muhtarının birliği

ihbar etmesiyle 8 Ekim 1967'de El Yuro'da yüzlerce asker tarafından çevrildi.

Bacaklarından yaralanan Che tutsak düştü. Higueras köyünün okuluna götürüldü ve

sorguya çekildi. Hiçbir soruya cevap vermedi. Ve 9 Ekim'de Bolivya Cumhurbaşkanı'nın emriyle katledildi.Che’nin cesedi ismi belirtilmeden gömüldü)

Santa Clara Devrim Meydanına giderken önce Müze Trene gidiyoruz. Devriminin en önemli zaferlerinin savaşın bitimine üç gün kala Santa Clara’da yaşandığını, 28 Aralık 1958 tarihinde modern Amerikan silahlarını taşıyan trenin Santiago Cuba’ya gitmek üzere seyrederken Che Guevara ve 300 gerillanın bu treni Santa Clara’da ele geçirdiğini, trende bulunan 2900 Batista askerinin esir alındığını, bu olaydan 3 gün sonra da Batista döneminin bittiğini öğreniyorum. Bu tren şu an Müze. Bu Tren Müzede dört vagon, ele geçirilen silahlar,iş aletleri sergileniyor. Devrim Meydanındayız. Meydanda Che Guevara’nın anıt mezarı ve Che Guevera’nın muhteşem bronz heykeli bulunuyor. Gruptan bir arkadaşım hacı oldum diyor.

Geniş devrim meydanında Che’nin Mozalesi,Che’nin Fidel Castro’ya yazdığı ve taş sütun üzerinde sergilenmekte olan son mektup var.Devrim Tarihi Müzesi ve Che ile birlikte hayatını kaybeden gerillaların anısına düzenlenen salonu geziyoruz.Fotoğraf çekmek ve konuşmak yasak.Devrim Tarihi Müzesinde hatıra eşya satış mağazası var. Müzede fotoğraflar,silahlar ve savaş sırasında kullanılan eşyalar sergileniyor.

Anıt Mezar’ın duvarlarının aydınlatması loş. Burada Che Guevara ile birlikte Bolivya’da ölen 38 gerillanın yüz kabartmaları konulmuş.Anıt mezarın içinde Che ve arkadaşlarının defnedildikleri günden itibaren 24 saat yanan meşale bulunuyor.

Che’nin mektuplarının son cümlesinde yazdığı gibi kendisini devrimci duygularımızla selamlıyoruz.

Santa Clara şehir merkezine doğru yola çıkıyoruz. Che’nin Anıt Mezarı hepimizi etkilemiş olmalı ki otobüsümüzde suskunluk hakim.Merkezde duruyoruz.Karnımız aç.Hafif bir şeyler atıştırıyoruz.

Sürekli paylaştım ya Küba seyahatimiz ve hikayemiz uzun. O nedenle sizlerle paylaşacak daha çok güzel anılarım var. Şimdi hedefimizde Varedero var.Varedero Küba’nın tatil merkezi. Deniz,kumsal harika.Bir sonraki yazımda Varedero’yu paylaşacağım.

2 yorum:

  1. .. bir ülkenin onurlu tarihinin gönüllere kazınmış silinmez izlerini,sokaktaki insanlarının gözlerindeki hüzünlü gülümsemeden yakalamış ve anlatmışsınız Abidin bey..zevkle ve heyecanla okuduk yine.teşekkürler..Santa Clara'yı sizden dinlerken kulaklarımızda şarkısı vardı..buruk da olsa...

    Tu mano glorioso y fuerte
    Sobre la historia dispara
    Cuando todo Santa Clara
    Se despeierta para verte.......

    Senin şanlı ve güçlü elin Tarihe ateş etmekte
    Santa Clara'nın tamamı Seni görmek için uyandığında..

    YanıtlaSil
  2. Abidin Trinidatla ilgili film platosu tanımın ne kadar doğru insan gezerken film platasunda ya da masal şehrinde dolaşıyo hissine kapılıyo ve yüzünde gülümseme oluşuyo.

    teşekkürler :) arkadaşım

    YanıtlaSil