23 Mayıs 2012 Çarşamba

YÜREKLİ DÜNYA ŞEHRİ MÜNİH SİZİ SEVİYOR…

YÜREKLİ DÜNYA ŞEHRİ MÜNİH SİZİ SEVİYOR…

Sabah güzel bir kahvaltı sonrası yine yollardayız. Yolumuz uzun. Otobüsümüz ise mutluluk yuvası. Hepimiz yorgun olarak hissetsek de bedenlerimizi ruhumuz halen sağlam. Münih’e varınca doğrudan şehir turu yapmamız şart zira yarın gezilecek çok müze var. Otelimiz Münih’in tam merkezi noktasında. Kentin kalbi Marienplatz’da bulunan otelimizin diğer şehirlerdeki otellere göre standardı oldukça düşük. Ama bu bile bizleri mutsuz edemiyor.

Şehri tanımlayan slogan (Motto) uzun zaman Die Weltstadt mit Herz (Yürekli Dünya Şehri) idi. Fakat son zamanlarda bu München Mag Dich (Münih seni seviyor) şekline dönüştü. Ben ise bunu YÜREKLİ DÜNYA ŞEHRİ MÜNİH SİZİ SEVİYOR… olarak değiştirdim.

Münih’teki müze ve sanat galerileri çok fazla. Bu şehir Almanya’nın en çok müze ve sanat galerisine sahip şehir ünvanına sahip.

Kentin kalbi Marienplatz’dayız. Orta çağda buğday pazarı kurulan bu meydan şövalyelerin düellosuna tanıklık etmiş. Meydanda her yer şenlik görünümünde. Eski kent merkezi Odeondplatz Meydanına doğru yürüyoruz. Birazdan tüm görkemiyle St. Kajetan Theatiner Kilisesi bizleri karşılıyor. Etrafta çok sayıda eski bina var. Hepsi ortaçağdan kalmış. Kraliyet Sarayı ve Hofgarten’i (Kraliyet Bahçesi) görüyoruz.
Unutmadan yazmak istiyorum. Şehir diğer Alman kentleri gibi 2. Dünya Savaşı esnasında çok zarar görmüş. Tüm bombalamalara karşın ayakta kalan Isartor, Karlstor ve Sendlinger Tor şehir kapılarının yıkılmamasına şaşırmakla birlikte bu tarihi yapıları gördüğüme sevindiğimi belirtmeliyim. Profiller, Karl Platz, Fraunkirche, Türk Caddesi, Belediye Binası, Marien Platz’ı görüp otelimize ulaşıyoruz.

Münih'te hiç beklemediğiniz bir tarih kokusu hepimizi büyüledi. O nedenle otelde odalarımıza çıkmamızla aşağıya inmemiz bir oldu. Münih'in meşhur alışveriş marketlerinde alışveriş yaparak ve Münih’e özgü birahanelerde dinlenerek günün son saatlerine ulaştık.

Sabah erkenden kalkarak müze keşiflerimize başlıyoruz. İlk olarak Ulusal Bavyera Müzesindeyiz. Müzede yok olmuş kilise,manastır ve kule gibi yerlere ait olan taş(gotik) yontuları, ahşap heykeller ve tablolar Heilbron Manastırından gelen saati(Meraklısına Not: Bu saat ürpertici saat olarak adlandırılır. Bunun sebebi keşişlerin ayarladığı zamanda alarm yerine ürkütücü ölüm bestesi çalar.Saatin üzerinde ölüm figürleriyle işlenmiş aslan ve yontmalar vardır.) görüyoruz.

Sevgili dostum Mimar Kadri ATABAŞ’ın Ankara’da iken bahsettiği ve binasını mutlaka görmek istediği BMW Müzesindeyiz. BMW’nin en klasik otomobillerini motosikletlerini ve uçak motorlarını görüyoruz.

Sırada Alte Pinakotek var. Müzede ilginç bir saptamam oluyor. Avrupa’da tüm müzelerde tablolar akımlarına,ülkelerine veya sanatçılarına göre sıralanırken bu müzede eserlerin kronolojik sıramayla yerleştirildiğini fark ediyorum. Giotto’nun “Son Yemek”, “Çarmıha Geriliş” ve “Araf’taki İsa” isimli eserlerini, Albrecht Dürer’in “Dört Havari” adlı eserini, Matthias Grünewald’ın “Aziz Erasmus ve Aziz Mautritius’ın Karşılaşması” eserini, Tiziano’nun 1507 yılında 90 yaşındayken yaptığı “Dikenli Taçlı İsa” adlı eseri, Leonardo da Vinci’nin 1473’te yapmış olduğu “Madonna ve Çocuk İsa” adlı eserlerini görüyorum.

Bugün gezmemiz gereken müze çok fazla o nedenle vakit kaybetmeden Neue Pinakothek’a geçiyoruz. Canletto,Guardi,Goya ve Turner’ın başyapıtlarından oluşan koleksiyonu, Fransız Devrimi’nin yarattığı sanatsal etkiyle yapılmış “Portrat der Marquise de Sorc de Thelusson” isimli eseri,Gustav Klimt ve Max Klinger’ın çalışmalarını hayranlıkla izliyorum.

Pinotek der Moderne’e geçiyoruz hemen. 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan öncü sanat akımlarının örneklerinden çağdaş sanat eserlerine kadar birçok resim, heykel ve enstalasyonla birlikte Salvador Dali, Picasso ve Marx Ernst gibi dehaların eserlerini, harika tasarımları, mimari çizimleri görerek müzeden ayrılıyoruz.

Marienplatz Meydanına geçiyoruz. Burasının Türkçe adı Meryem Ana Meydanı. Meydanda Meryem Ana Sütunu dikkatimizi çekiyor. Bu sütunun I. Maximilian’ın kentin vebadan kurtuluşuna şükretmek amacıyla diktirdiği bir sütun olduğunu, Meryem Ana sütununun alt kısmında bulunan aslan, ejderha ve yılan figürlerinin kahraman meleklerin alt ettiği veba, açlık ve savaşı simgelediklerini, üst kısımda ise kenti koruduğuna inanılan ihtişamlı Meryem Ana’nın bulunduğunu öğreniyorum.

Meydanda bulunan ve adının Fischbrunnen Anıtı olduğunu öğrendiğimiz bir anıtın altındaki havuz dikkatimizi çekiyor. Eskiden kasaplıkta çıraklıktan ustalığa geçenlerin usta oluşlarını kutlamak için bu havuza atladıklarını,bu geleneğin Oktoberfest katılımcıları ve fanatik futbol taraftarları tarafından sürdürüldüğü öğreniyorum.

Marienplatz’da eski belediye sarayı önündeyiz. Burasının orijinal ismi Altes Rathaus. Yapının zarif kubbeleri, renkli çan kulesi var. Altes Rathaus’un aydınlatmasının geceleri Marien Meydanı’nı aydınlattığına tanık oluyoruz.

Az zamanda çok yerler gezdik. Artık dinlenme vakti. Sabah Amsterdam’dan başladığımız yolculuğumuzun son günü. Ama son günümüzde oldukça yoğun geçecek. Dachau Toplama Kampını gezeceğiz.

Sabah kahvaltı sonrası Dachau Toplama Kampına doğru yola çıkıyoruz. Munih’e 16 km mesafede bulunan Dachau kendine giderken Almanya’nın bir çok yerinde toplama kampı görmem nedeniyle sessizdim. Zira tüm toplama kampları ziyaretim sonrası büyük üzüntü kaplamıştı yüreğimi.

Arbeit Macht Frei (Calışma Özgürleştirir) yazısını okuyarak kampa giriyorum ve her noktada ölümü ve toplama kampına getirilenlerin uğradığı zulumü düşünüyorum.

Elimdeki notlardan başlıyorum okumaya ve okuduklarımdan;

1933 yılında Almanya'da Nazilerin iktidar olmasıyla birlikte, toplumun Nazi olmayan tüm kesimleri için gerçek bir karabasanın başladığını,Yahudiler, Romanlar, Sintiler ve diğer "Ari" olmayan halkların soykırıma tabi tutulduğunu,

Milyonlarca Yahudinin toplama kamplarına kapatıldığını,üzerlerinde deneyler yapıldığını, gaz odalarında katlediklerini,

Dachau Toplama Kampı tutsaklarının 29 Nisan 1945'te Amerikan birliklerince kurtarıldığını,

Dachau Toplama Kampının nasyonal sosyalistlerin 1943'te iktidarı almalarından sonra SS ve Gestapo Şefi Heinrich Himmler tarafından kurulan ilk toplama kampı olduğunu,

Farklı siyasi görüşlere sahip yeni rejim için tehlike arz edebilecek herkesin bu kampta toplumdan yalıtıldıklarını,

Dachau Toplama Kampının aslında 9000 kişi kapasiteli olarak tasarlandığını, kampa gönderilen insan sayısının fazlalığı nedeniyle ana kamp binasına sık sık yeni ilaveler yapıldığını,

1941'den sonra Nazilerin Yahudi inancından insanları, Sintileri, Romanları Dachau Toplama Kampına göndermeye başladıklarını,

1935 yılında Dachau'da 35.000 tutsak, kamp civarındaki yapılarda da 35.000 tutsak olmak üzere toplam 70.000 tutsağın bulunduğunu,

Odalarda tutsakların her biri 75 kişi kapasiteli, üçer katlı ranzalarda kaldıklarını, bazen bir odada 350 kişinin bile kaldığını,

Kampta yer darlığı,yetersiz beslenme ve kötü tıbbî bakım nedeniyle salgın hastalıkların baş gösterdiğini,tifüsten günde 150 tutsağın öldüğünü,

1933 ile 1945 yılları arasında Dachau Toplama Kampı'nda yaklaşık 200.000 kişinin yaşadığını, bunların 35.000 kadarının silahla vurularak,güçsüz bırakılmak veya tedavi edilmemek suretiyle öldürüldüğünü,

Okuyorum.

Kampın her bölümü ayrı bir hüzün duymamıza neden oluyor. Nazilerin bundan 65 yıl önce yaptığı katliamı yaşamak esasında bir travma nedeni zira o anları hayalinizde canlandırmak bile çok kötü bir duygu.Tur bitiyor ve otobüsümüz Münih Havalimanına doğru hareket ediyor.

Bir gezinin daha sonuna geldik. Hollanda-Almanya Sanat turumuzu tamamladık. Yorgun ama mutluyuz. Dönüş uçağında bile enerjimiz var. Şimdiden bir sonraki gezimizi planlamaya başladık bile...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder