17 Mayıs 2012 Perşembe

GEZGİNLERİN GÖRMESİ GEREKEN İLGİNÇ KENTTİR AMSTERDAM...

Sevgili Dostlar anılarımda zaman zaman Pekmezci Gezi Grubundan bahsedeceğim. Beraberce gittiğimiz coğrafyaları okuyacaksınız. Profesör Hasan PEKMEZCİ Başkanlığında kurulan gezi grubumuz şu ana kadar hemen hemen Avrupa’nın tamamına yakınının önemli sanat ve kültür merkezlerine gitti.Gezi Grubunun seyahat planı tarafımdan yürütülmektedir. Nerelere gittiğimizi öğrenmek isterseniz sitemizi takip etmenizi önereceğim.

Fırça Sanat Galerisinin Sahibi sevgili Semra SANCAK’ın Ankara Life Dergisinin 2010 Nisan sayısında yayımlanan Sanatın,Sevginin,Tutkunun,Emeğin Ocağı Pekmezcilerin Evi başlıklı yazısından bazı alıntılarla başlamak isterim satırlarıma;

“Mevlana der ki: Başak doluysa eğilir.” Öyle ya, boş başak hafifliğinden diker başını havalara, ufacık bir esintide sallanır bir o yana, bir bu yana... Yukarılarda yer aramaz, tepeden bakmaz, başını havada tutmaz dolu başaklar... O en güzel yerde, ağır mı ağır, bir o kadar da sıcak mı sıcak durur... kaygısız, komplekssiz, fırtınasız...

O yer ise yürekleridir insanların. Ama yaşamlarındaki tüm insanların.”

“Hani insanlar vardır, uzaktan bakarken gözleriniz kamaşır ışığından, yaklaşamazsınız önce...

Ama uzaklaşamazsınız da bu ışıktan, pervane misali döner durursunuz. Sonra ısınır ve ışırsınız döndükçe, ayrılamazsınız bu sevgi selinden... bu huzur limanından... Anlarsınız ki sizi saran ışığın, ısıtan güneşin kaynağı, tam da aradığınızı bulduğunuz bir ananın kucağı, babanın kollarıdır...Güneşin sofrasıdır... Pekmezciler’in ocağıdır...”

Bütün öğrencileriniz, sanat dostlarınız ve sizi tanıyan herkes tarafından çok seviliyorsunuz. Nasıl bu kadar çok sevilir bazı insanlar, huzur verirler topluma, ışık saçarlar, sararlar sarmalarlar şefkatle, sevgiyle ve hep gülerler sıcacık? Güneş gibi...

Ne olursa olsun görevini, mesleğini, yaptığı işi tutkuyla sevmek,

Öğretmenliği tutkuyla sevmek, sevginin bu mesleğin temel koşulu olduğuna inanmak,

Mesleğinin, alanının en iyisi olmanın ayak oyunlarıyla değil, bilgi ile, çalışmakla, kültürle, donanımla mümkün olduğunu bilmek,

Öğrencileri, gençleri sevmek, onları kendi çocukları gibi görebilmek,

Hiçbir genci, öğrenciyi kırmanın, incitmenin, aşağılamanın, rencide etmenin öğretmenliğin kitabında yer almadığına, hiçbir eğitimcinin buna hakkı ve yetkisi olmadığına inanmak,”

Bu yazıda Profesör Hasan PEKMEZCİ şöyle cevaplıyor Semra Hanımı;

"Örneğin 1993 yılında bir Avrupa gezisi ve sanat etkinliğine katıldık. Bu gezinin kafile başkanlığı bizim görevimizdi. Çok başarılı geçen bu etkinlik kendimize grupla gitme ve sorumluluk üstlenme güveni kazandırdı.

Ankara’daki sevgili dostlarımız Ayşe ve Metin Arkün, Hatice ve Turan Aykanat, Aslıhan ve Abidin Lutfi Demir ‘Pekmezci Gezi Grubu’nu kurdular. Bizim adımıza olmakla birlikte bu oluşum tamamen dostlarımızın bize armağanı. Özverili bir dayanışma ve paylaşım örneği. Dostlarımızın ilgileri, destekleri, emekleri ile grup olarak bugüne kadar Avrupa’nın önemli sanat ve kültür merkezlerine çok kaliteli sanatsal amacına fazlası ile ulaşan bir veya birkaç kez gezi düzenledik. Grubumuzun birçok üyesi arkadaşlarımızla daha önce gittiğimiz yerlere bile yeni katılan dostlarımızla birlikte o atmosferleri yaşamak için tekrar tekrar gittik.

Gezme,görme,yeni sanat ve kültür alanlarına tanık olma,dünyanın çeyiz sandıkları sayılan müzeleri görme,inceleme grubumuzda ortak bir dostluk bilinci yarattı.Grup gittikçe genişleyen bir aile gibi oldu.Şunu da belirtelim kibu gezilerin en önemli amaçlarından biri özellikle sanatçı adayı gençlerin,öğrencilerin sadece kitaplarda, fotoğraflarda gördükleri şaheserleri yüz yüze görmelerini sağlamaktır.Bu manevi hazzı sağlamak zordur.Ne yazık ki bu idealist düşüncemiz bile kimileri tarafından”bir çıkarları olmasa yapmazlardı” gibi adi değerlendirmelere uğramıştır. Günümüzde ulusal ve uluslararası şirketler, holdingler insan kaynakları programları içinde eleman istihdamında bir konuya çok önem vermektedirler. Kendi meslek alanına sıkışıp kalmış, çeşitli kaynaklardan beslenmeyen, insanları ve dünyayı at gözlüğü ile gören, vizyonu sınırlı, insan ilişkileri tıkız elemanlar yerine; alanına hâkim olduğu kadar, atak, girişken, vizyonu geniş, dünyayı geniş perspektiften algılayıp sorgulayabilen, sanatı, sporu, edebiyatı ilgi alanına alarak yaşamının ayrılmaz parçası haline getirebilen elemanları aramaktadırlar. Unutulmamalıdır ki çok çeşitli kaynaklardan beslenen insanların dünyayı algılama biçimleri de ona göre zenginlik kazanır.

Sanatı bir okyanusa benzetir kimi düşünürler. Çeşitli nehirlerin, ırmakların bin bir bölgeden, dağlardan, ormanlardan, yer altı ve yer üstü kaynaklardan taşıyıp getirdikleri sularla beslenen bir okyanusa. “Bu okyanusa girin, yıkanın, yunun, arının” derler. Bütün gençlerimize, pırıl pırıl gençlerimiz; geleceğimiz, ideallerimiz, umudumuz olan gençlerimize böyle bir yaşam yakışır”.

İşte bu satırlar aracılığıyla PEKMEZCİ GEZİ GRUBUMUZU tanımış oldunuz.

Gezi Grubumuzla birlikte Amsterdam-Hamburg-Bremen-Lubeck-Berlin-Postdam-Dresten ve Münih’i kapsayan bir geziye çıktık. Hollanda ve Almanya’nın sanat merkezlerini ve müzelerini doya doya gezdik.

Profesör Hasan Pekmezci Başkanlığında ve sevgili mihmandarımız Murat Özsoy ile birlikte Hollanda'nın başkenti Amsterdam’dan başladığımız seyahat anılarımı bulacağınız bu yazımda belki de ilk defa Amsterdam’la ilgili çok farklı bir paylaşım bulacaksınız.

17 Ekim sahaba karşı Bahçelievler Belpa Buz Pateni Sarayı önünde buluşarak yola çıkıyoruz alana doğru. THY ile saat 04.35 de İstanbul’a, saat 08.00 da da Amsterdam’a uçuyoruz. Saat 10.35 de varışın ardından da vakit kaybetmeden şehir turuna başlıyoruz. Dam Meydanı, Yel Değirmeni, Leidseplein, Rembrantplein, Kraliyet Sarayı, Kırmızı Fener Sokağı, ve dünyaca ünlü Elmas Fabrikası görüyoruz.

Hollanda’nın başkentindeyiz ama burada Hollanda hükümetine ait hiçbir bina olmadığını fark ediyoruz ilk olarak. Bunun tek sebebi var. İdari başkentin Lahey olması.Amsterdam kanallarla bölünmüş bir şehir. Klasik bir cümle olacak ve eminim bir çok yazıda okumuşsunuzdur ama bende söyleyeceğim.Bu şehire "Kuzeyin Venedik'i" tanımlaması yakışıyor. Dünyada bir çok ülke ve şehir gören ben “Her Gezginin Mutlaka Görmesi Gereken İlginç Kentlerden Birisidir Amsterdam” diyorum..

Amsterdam12.yüzyılda Amstel ırmağının kıyısında bir balıkçı köyü olarak kurulmuş. İlk kurulduğu zamanlarda Amstel ırmağının üzerine kurulan su bendi "dam" olan Amstelredamme olan adı zamanla Amsterdam’a dönüşmüş. Şehir adeta masal kenti. Binaların tamamına yakını 17. yüzyıldan kalma. Kanalların zamanında ülkeyi korumak için yapıldığını öğreniyorum. Kanalların üzerinde yüzen evleri (karavan ve bot şeklinde) görünce şaşırıyorum.

Amsterdam müzeler şehri. En önemli müzeleri ise Rjiks Müzesi ve Van Gogh Müzesi. Amsterdams Historisch Müzesi,Rembrandthuis,Anne Frank Huis,Hermitage, Troppenmuseum, Verzetmuseum Stadelijik Müzesi ilk aklıma gelenler.

Tur esnasında Dam Meydanı civarında Amsterdam'ın açık ve hoşgörü kültürünün bir sembolü haline gelen bu bölgede şehrin genelevlerini fark ediyoruz. Evlerin camlarını büyük boy cam düşünün.Kadınlar kendilerini vitrinlerde sergiliyorlar. Burasının adı “Kırmızı Işıklar" Bölgesi ("Red Light District").Fotoğraf çekmemize çok tepki olduğundan çekemiyoruz. Amsterdam’da tütünle karıştırılarak ya da karıştırılmadan içilen esrar, Space Cake (esrarlı kurabiye) ve mantarların satıldığı kafelerin önünden geçiyoruz. Kapının önünden geçerken bile kokudan rahatsız oluyoruz.

Amsterdam’da her yerde bisiklet var. Bisiklet yolları ve bisiklet park alanları hemen dikkatimizi çekiyor. 1 milyonu aşan sayıda bisiklet bulunduğunu,şehirde bisiklet hırsızlığının çok yaygın olduğunu öğreniyorum.

4 veya 5 katlı bir bisiklet parkının karşısından tekneye binerek kanalda gezintiye çıkıyoruz. Amsterdam’ın kanallarını,köprülerini,muhteşem mimarisini,17.yüzyıldan kalma çatı süslemelerini, "houseboat"larını (yüzen evler), eski limanı tekneden seyretmenin doyumsuz keyfini yaşıyoruz hep beraber(Meraklısına Not: Kanalların temel görevi topraklar deniz seviyesinin altında kaldığı için su baskınlarından toprağı korumaktır.Çünkü yağan yağmurların da denize boşaltılması gerekmektedir. Kanallardaki su düzenli olarak denize pompalanmakta,karşılığında oksijenli deniz su kanallara boşaltılmaktadır.Kurak ülkelerin tersine Hollanda’da amaç toprağı kurutmaktır).Amsterdam’da yüzü aşkın köprü var. Gezimizde bir çoğunu görüyoruz. Köprülerin en büyüğü olan dokuz adet kemerli Magere Brug’dan(Skinny Bridge) hepimiz etkileniyoruz.

Kanal turu sonrası vakit geçirmeden Van Gogh Müzesine gidiyoruz. Burası bana göre Amsterdam gezilerinde olmazsa olmazların en başında geliyor.Vincent Van Gogh’un dünyadaki en geniş koleksiyonunun yer aldığı müzede sanatçının eserleri, kronolojik olarak hayatının ve işlerinin farklı dönemlerini yansıtan beş döneme ayrılmıştır. Netherlands, Paris, Arles, Saint-Remy ve Auvers-sur-Oise. Bu müzeye yaptığımız ziyaret sonunda sanatçının bu dönemlerdeki değişimine ve gelişimine tanık oluyoruz ve de çalışmalarını 19. yüzyıldaki diğer sanatçılarla karşılaştırma şansı buluyoruz. Müzede, Vincent Van Gogh eserlerinin yanı sıra 19. yüzyıl sanatına ait birçok objeyi de görüyoruz. Müzede 200 den fazla resim,500 çizim ve taslak gördüğümüzü çıkışta okuduğum kitaptan öğreniyorum.

Müze turumuz sonrası hep beraber Europa Boulevard’ında yer alan otelimiz Nov Hotele gidiyoruz.

Sabah kahvaltı sonrası erkenden yollara düşüyoruz. Bugün ilk olarak Rijksmuseum (Ulusal Müze) ye doğru yol alacağız. Hollanda'nın en büyük müzesi olan Rijksmuseum (Ulusal Müze) tarihi bir binaya sahip. Hollanda’nın en geniş koleksiyonlarının burada olduğunu, müzenin uluslararası arenada açtığı sergilerin kalitesiyle tanındığını, her yıl 1 milyondan fazla insan tarafından ziyaret edilen müzenin 45'i alanlarında uzman küratörler olmak üzere 400 çalışanı bulunduğunu, sergi alanlarının özenle hazırlandığı Rijksmuseum projelerinde her zaman önde gelen tasarımcılarla çalışıldığını, 2003'ten itibaren müzede geniş çaplı restorasyon ve yenileme çalışmalarına başlandığını öğreniyorum.

The Masterpieces adı verilen ve 17. yüzyıla ait 400'den fazla eserden oluşan sergiyi geziyoruz. The Masterpieces koleksiyonunu, 17. yüzyılın usta sanatçıları Frans Hals, Jan Steen, Vermeer ve Rembrandt'ın büyük tablolarını görüyoruz. Amsterdam'ın Paris'i olarak tanımlanan müzede çok sayıda Rembrandt eseri görmenin keyfiyle dışarıya çıkıyorum. Elimdeki kitaptan müzede 1400- 1900 yılları arasındaki 5000 resim bulunduğunu okuyorum.

Çıkınca şehrin en modern ve çağdaş müzesi olan Stedelijk Müzesine gidiyoruz.Müzede çok sayıda Picasso,Monet,Cezanne ve Mondriaan’nın eserlerini görüyoruz.

Hep beraber Dam Meydanına gidiyoruz. Gezginler bilirler Avrupa şehirlerinde bir çok meydan vardır.Hatta Meydan Kültüründen bahsedebiliriz Avrupa şehirleri için.Madame Tussaud's Müzesi,Bijenkorj Alışveriş Merkezi arasında kalan Dam Meydanının ortasında basamaklarla çevrili anıtın önünde duruyoruz. Meydanın her tarafında görsel bir şölen izliyoruz.

Dam Meydanından Vondelpark’a gidiyoruz. Parkın içerisine girince hayretler içerisinde kalıyorum.Şehirden tamamen koptuğumu hissediyorum.Hemen bir bisiklet kiralayarak parkta tur atıyorum.Park kocaman.Ufacık şehirde kocaman park olması beni kıskandırıyor.Ülkemde de böyle parklar olmasını diliyorum.

Otele dönüyoruz.Sabah erkenden yola çıkacağız.Önce Bremen’e uğrayacağız.Sonrasında ise Hamburg’a gideceğiz.

Bremen’de buluşmak üzere…

3 yorum:

  1. Cok keyifli bir yazi olmus, bu da sanirim gercekten keyifli bir seyahat oldugu icindir. Amsterdam'i o kadar guzel ve dogru anlatmissiniz ki, hepsini tekrar gorur gibi oldum.
    Bremen Mizikacilarina selamlar...

    YanıtlaSil
  2. Lütfen yanlış anlamayın, bu güzel anlatımlar fotoğraflarla desteklense bizler gibi görmeyenler için daha etkili olurmu acaba nacizane bir merak , elbette size ait bir tasarruf yalnızca aynı keyifli satırlar kadar fotolarıda merak ettiğim içindir. Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  3. Tesekkurler.Fotografları yuklemek oldukça zaman alıyor o nedenle boş zamanlarımda ekliyorum. Yorumlarınızın bana güç verdiğini bilmenizi isterim. Yurekten sevgiler

    YanıtlaSil