4 Mart 2012 Pazar

BİR BAŞKA GÜZELDİR DALMAÇYA KIYILARI…(II)

1 Temmuz 2008 Kaptanın Seyir Defteri…

Bugün yeniden karaya çıkıyoruz… Sabah erkenden kalkmamın en önemli nedeni geminin 06.00 da Dubrovnik’e yanaşacak olması. Dubrovnik çok heyecan verici ve keyifli bir şehir. Hatta daha ileri gideyim dünyanın en güzel şehirlerinden birisidir bana göre… Her gezginin mutlaka görmesi gerekir bence. UNESCO'nun "Dünya Kültür Mirası Listesi" nde bulunan Dubrovnik şehir turu benim için başlı başına bir macera olacak. Amacım 12 kilometrelik bir surla çevrilen Dubrovnik'in çevresini dolaşmak. İlk önce şehrin en geniş ve işlek caddesi olan Stradun Caddesi'nde yürüdüm.

Ardından caddenin iki yanında bulunan klasik dönem yapılarından Onoforius Çeşmelerini, Barok dönem eserlerinden Saat Kulesi'ni, bir dönem belediye binası olarak kullanılan Sponza Sarayı ve çeşmesini, İvan Gunduliç Meydanı'nda bulunan Riznica Katedralini, Ortaçağ'da inşa edilmiş Dominiken Manastırı'nı ve Avrupa'nın üçüncü en eski eczanesinin de yer aldığı Fransisken Manastırı'nı keşfettim.

Belki inanmayacaksınız ama Dubrovnik Lavanta kokuyor. Dubrovnik güzel bir şehir. Çok fazla plajı var. Kısmet bugüne imiş. Adriyatikte de deniz girdin be Abidin… Şehrin eski şehir bölümü büyük, etrafı iki sıra yüksek surlarla çevrili. Old Town’ın ana caddesinin etrafında 3-4 katlı binalar ile kiliseler var.

Ana caddelerden yukarılara doğru dar sokaklar çıkıyor. Buralardaki otel ve restoranlar çok ilgimi çekti. Dubrovnik çok kalabalık. Fiyatlar çok yüksek. Çok sayıda motorsiklet var. Çok hızlı kullanılıyor. Dubrovnik bana Siena ve Lucca’yı hatırlattı.

Kalenin dışında Arsenal isimli restoranta giderek balığımı yedim. Sonra tekne ile Dubrovnik’i denizden seyrettim. Eski şehir tam bir orta çağ şehri. Vakit geldi. Güzel olan her şeyin bittiği gibi. Gemiye binme vakti geldi. Birazdan demir alacağız ve Korcula’ya doğru yola çıkacağız. Saat 18.00 da Korcula’da olmamız bekleniyor. Korcula’ya vardığımızda minyatür Dubbrovnik’e geldiğimizi sandım.

Her yer sörfçülerle dolu. Marco Polo bu gizemli topraklarda doğmuş. Karaya çıkınca ilk önce Marco Polo’nun evine gittim. Korcula’da burasının Yunan Adalarından çok daha güzel olduğunu düşündüm. Bana göre Hırvatlar Yunanlılar kadar reklam yapamamışlar. Biraz reklam yapsalar herhalde daha fazla turist çekebilirler. Burada kesinlikle sıkılmadan 2-3 gün geçirilebilir. İlk fırsatta yine gelmeliyim diye düşündüm.

Dalmaçya Kıyıları çok güzel. 5000 km. yi aşan sahil şeridi var Hırvatistan’ın. Ön sezilerime güvenin 5 yıla kadar Hırvatlar bizi turizmde sollarlar. Günün batışını adada seyrettim. Akşam yemeğinde tercihim yine balıktı. Yarın sabah Split’de olacağız. Split’i de ilk kez göreceğim. 2 Temmuz 2008 Kalktığımda Split Limanındaydım. Split oldukça gelişmiş bir şehir. Split yıllar öncesinden Kış Olimpiyatları döneminde hafızama kazınmış bir yer. Televizyonda spiker Yugoslavya’nın en güzel şehri diye anlatılmıştı. Onu hatırladım birden. Tipik bir liman kenti.

Gelişmiş ve modern. Limandaki feribotları Yunanistan’da bile görmedim. Anlaşılan Yunanlılara denizcilikte biz rakip olamadık ama Hırvatlar en kuvvetli aday. Split’ten otobüslere binerek Bosna-Hersek sınırına hareket ettik. 1,5 saat sonra sınırdaydık. Orada bizi bir sürpriz karşıladı. Seyahatin başından itibaren beyaz Ceyar şapkası takan ve aynı şort, t-shirt dolaşan 65-70 yaşlarındaki fotoğraf tutkunu amcamız pasaportunu unuttuğu için sınır dışına çıkarılmadı ve Hırvat polisi taksi ile onu Split’e geri gönderdi.

Sınırdan geçtikten 1 saat sonra Mostar’a ulaştık. Anne tarafından dedelerimin yaşadığı, nefes aldığı topraklarda olmak beni çok heyecanlandırdı. Ancak, her yer halen 10-12 yıl önce biten savaşın izlerini taşıyordu.Apartmanlar mermi delikleriyle doluydu. Binalar top mermileriyle açılan kocaman delikleri olduğu halde yeni hayatların sürmesine izin veriyorlardı. Mostar Köprüsünü geçerek yemek yiyeceğimiz restorana geldik.

Burada salata, çöp şiş, İnegöl köfteye benzer bir köfte ile güzel bir tatlı yedik. Türk evini gezdikten sonra deliler gibi Mostar sokaklarında dolaştım. Dönüş yoluna çıkmadan tanık olduğum bir olayı anlatmadan edemeyeceğim. Eskiden delikanlılar evlenecekleri kadına kahramanlıklarını göstermek için 25 metre yükseklikteki Mostar Köprüsünden dereye atlarlarmış. Şimdi delikanlılar yine atlıyorlar.

Ama sevdikleri kadın için değil 10 € için atlıyorlar. Dünyanın neresine giderseniz gidin para kazanmak için insanoğlunun yapamayacağı şey yok. Mostar’da dar ve karekteristik sokaklarda irili ve ufaklı birbirinden özel ve şirin mağazalar var. Balkonu tahtadan evlere hayran kaldım. Mostar aslında doğuyla batının flörtünün aşka dönüştüğü nokta… Ufacık pansiyonlar çok şirin.

İmkanım olsa burada 1-2 gece kalmak isterim. Dönüşte Split’e Dalmaçya’nın nazlı prensi prensi diye boşuna demediklerini şehri gezince anlıyorsunuz. St. Duje Katedrali, Jupiter ve Venus tapınakları dışında bir yer görmek vakit darlığı nedeniyle mümkün olmadı. Ama nazlı prens denmesinin nedenini ben anladım.

Hele limandan gün batımını seyrederken Split’in başka bir güzelliğine tanıklık ediyorsunuz. Gemide yemeğim yine balıktı. Yanında Avakadolu Karides ile salata avrdı. Hiç pişman değilim her gün balık yediğime. Kalan günlerde de balık yiyeceğim.

Yarın sabah Kotor ve Montenegro turu var. Sabah 06.30 da kalkılacak. Adriyatik Kıyılarının Yunan Kıyılarından daha güzel olduğunu düşünerek uyuyorum. Bugünün notu, Bosna-Hersek topraklarında olmak, Mostar sokaklarında yürümek güzeldi. Split’i ve Mostar’ıarasına Dubrovnik’i de katacak şekilde bir daha görmek isterim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder